Mutat selamımızı çakarak başlayalım söze. Onca aradan sonra
"pat" diye mevzuya girmek yakışık almaz.
Hem Sabah okurlarıyla da bu ilk günümüz, yani ilk buluşmamız.
Selamsız olmaz.
O halde...
Sağa sola selam, ortaya selam, beylere ağalara, ustalara çıraklara,
kapıdaki anahtara, kara göze kara kaşa, sırdaşa, arkadaşa,
demirbaşa, arayana sorana selam.
Velhasıl, bilumum okuyuculara selam.
İmdi, Salah Birsel ustamız gibi söyleyelim: Hazırsanız,
kemerlerinizi bağlayın, bugünkü yazı yolculuğumuza başlıyoruz.
Malumunuz, herkes ifade özgürlüğünü dilinden düşürmez.
İfade özgürlüğü kuşkusuz çok önemlidir, demokrasinin olmazsa
olmazıdır, falan.
Gelgelelim, ondan daha da önemlisi, düşünce özgürlüğüdür.
Diyeceksiniz ki düşünce planında herkes zaten kendiliğinden
özgürdür; kim düşünceye ket vurabilir ki!
Öyle demeyin.
İnsanın kendi kendine vurduğu zincirden daha korkuncu yoktur.
O kadar ki, düşünce özgürlüğünüzü kullanmazsınız da haberiniz
olmaz.
Mesela...
Bir gün önce Kavurmacı neden serbest bırakıldı diye isyan ederken,
bir gün sonra Kavurmacı neden tutuklandı diye isyan edersiniz.
İnanın, lafı Kılıçdaroğlu'na getirmek gibi bir niyetim yoktu, laf
kendiliğinden oraya kaydı.
Yoksa ben lafı Kierkegaard'ın şu ironik ifadesine getirmek
istiyordum: "İnsanlar ne absürt! Sahip oldukları özgürlükleri
kullanmadıkları halde sahip olmadıkları özgürlükleri talep
ediyorlar; düşünce özgürlükleri var, ifade özgürlüğü istiyorlar."
(Ya - Ya Da, Diapsalmata)
Filozofumuz haksız mı?
İnsanın önce sahip olduğunu kullanması gerekmez mi?
Düşünce özgürlüğünü kullanmış olsalardı, "bunların kumpasçı
teröristler olduğu ortaya çıktı" diyenlere, "ama siz de vaktiyle
onlarla birlikteydiniz" şeklinde eblehçe karşılık vererek, o
teröristlere kol kanat gererler miydi?