Teknoloji çok ilerlemişti; memleketi, derin devlet mesabesindeki
“Feridun” adlı ana bilgisayar yönetiyordu.
Yönetiyordu, demeyeyim de, gizli açık tüm bilgiler Feridun'da
toplandığı için başkan onun ağzına bakıyordu, diyeyim.
Yanlış duymadınız, başkan, dedim. Zira, Türkiye çoktan “başkanlık
sitemine” geçmişti.
O değil de, Feridun acayip gelişmiş bir bilgisayardı.
Günün birinde başkanın yurtdışından dönen kızına ilk görüşte aşık
olmuş, aşkına karşılık alamayınca da kimi hassas devreleri felaket
yanmıştı.
Kısmi devreleri yanık Feridun da dezenformasyonun tillahına
soyunmuş, uzun lafın kısası, ahir zamanlar darbesi yapmıştı.
Başkanın da koltuğunu korumak için “memlekette herkes delirdi”
şeklindeki dezenformasyona inanmaktan başka çaresi yoktu. “Herkesin
deli olmayı seçtiği ülkede akıl ne işe yarar” düşüncesiyle bilinçli
bir şekilde deliliği seçmek zorunda kalmıştı.
Olan da, her şeyden habersiz, iki güzide astronotumuza olmuştu.
Mili bir görev için Ay'a çıkmışlardı. Bizden evvel Ay'a çıkan
Yunanistan'la rekabet etmek için Kuzey Ay Cumhuriyeti'ni ilan
edecekler, ay yıldızlı bayrağımızı oraya dikeceklerdi.
Yazık ki yazık, bayrağın sapını Türkiye'de unutmuşlardı. Ay'da sap
bulmak da, takdir edersiniz ki, imkânsızdı.
En kötüsü de, unutulmuşlardı.
Memleket bambaşka bir gündemle kavruluyordu.