Biriyle hiç tanışmadım; diğeriyle, AK Parti'nin biri iftar olmak
üzere iki toplantısında karşılaştım.
Biri, evet, Tarık Akan…
Biz Yeşilçam'da toz yutmaya başladığımız dönemde elini ayağını
piyasadan çoktan çekmiş, tabiri caizse emeklilik yıllarını
yaşıyordu.
Star olanlar için çok zor bir dönemdir bu! Gördüm, şahit oldum da
onun için diyorum.
Bir dönemin yıldız aktörlerinden (nerden baksanız 100'ü aşkın
filmde başrol oynamıştı) biriyle 90'lı yılların başında film çekimi
için Kıbrıs'a gittiğimizde, bir ara bana dönüp, “Salihciğim,
Yeşilçam'ın o eski günleri tekrar geri gelir mi, ne dersin?!"
şeklinde öylesine özlemle sormuştu ki, ne zaman aklıma gelse içim
yanar.
Bu soruyu bana sorduğunda senede iki elin parmakları kadar bile
film yapılmıyordu.
Şimdi çok şükür, sektör çok hareketlendi.
Ne ki, bana mezkur soruyu soran aktör (Hayır, adını veremem, çünkü
rahmetli oldu; bu anekdotu aktarmamdan hoşnut olmaz belki.
Yaşamadığı için de “hakkını helal et" diyebilme şansım yok.)
Yeşilçam'ın yılda 100'ü aşkın film ürettiği döneme hasretini dile
getirmiyordu.
Bambaşka bir şeyin, belki kendisine bile itiraf etmediği şeyin
hasretiydi sormak istediği.
Yeşilçam'ın o eski günleri, onun yıldız olduğu, sokağa çıktığında
herkesin çığlıklar atarak üzerine koştuğu, her sözünün her
hareketinin olay olduğu, hülasa, “biriciklik hissini" doruklarda
yaşadığı günlerdi.
Oysa o günler çoktan geçip gitmişti. Bir daha geri dönmemek üzere
hem de!
Nasıl demişti üstadımız Necip Fazıl “Geçen dakikalarım" şiirinde:
“Kimbilir nerdesiniz, / Geçen dakikalarım / Kimbilir nerdesiniz? /
Yıldızların, korkarım, / Düştüğü yerdesiniz; / Geçen
dakikalarım…"