Fransız bir tanıdığım
anlatmıştı.
İzmir’e gitmek için otogarda
beklerken birden 8-10 kişilik bir grup, otobüsten inen çoluklu
çocuklu diğer bir gruba saldırmış.
Bizim Fransız panik içinde
etrafına bakınıp, birilerinin müdahale etmesini
beklemiş.
Ama nafile! Kimse dönüp bakmamış
bile.
Yaşanan arbedenin iki aile
arasındaki normal bir karşılama töreni olduğunu beş dakika sonra
anlayabilmiş garibim.
Olayı anlattıktan sonra böyle bir
iletişim şeklinin Türkiye’de normal olup olmadığını
sordu.
Bizim bünye yüksek doz samimiyete
alışkın. Ama bu topraklarda yetişmeyen birisi, samimiyet, hasret ve
şiddet arasındaki bu çözülmesi zor ilişkiyi anlayamaz diye
düşündüm.
Bu yüzden uğurlama esnasında
havaya atılıp tutulmadıkları için, daha birliğe adımını atmadan
hava değişimi alan askerlerimizden…
Düğünlerde, damadı hakkını
vererek dövebilmek için günler öncesinden kondisyon çalışmalarına
başlayanların damadın en samimi arkadaşları
olduğundan…
Bu tür eylemlerde tehlike
boyutunun, kurbanla fail arasındaki samimiyete bağlı olarak
arttığından bahsetmedim.
Özlediğini ifade etmek için bir
yandan muhatabını tokatlarken, bir yandan da “Nerelerdesin lan
sen, şerefsiz” cümlesini gerçekten de sevgi dolu bir ses
tonuyla söyleyebilen bir millet olduğumuzu anlatmadım.
Gerçi anlatsam da muhtemelen
olaya Fransız kalacaktı.
Çünkü ben de Batı ülkelerindeki
samimiyetten uzak, mesafeli ve soğuk ilişkileri bir türlü
anlayamadım.
Çek
elini!
İngiltere'de bir okul
ziyaretindeydik. Koridorda yürürken karşıdan gelen 6 yaşlarında
sevimli bir çocuk gördüm. Tam yanımdan geçerken çocuğun kafasını
okşadım.
Birden ortamda bir hareketlenme
oldu. Bizi gezdiren okul müdürü kolumdan tuttu. Başka bir
öğretmen "Napıyosun birader?" der gibi çocukla
arama girdi. Sonra beni bir odaya alıp çocuklara dokunmamam
gerektiğini söylediler.
Geziyi ellerim cebimde
tamamladım.
Son günlerde çocuk istismarıyla
ilgili mide bulandırıcı haberleri okurken bu hatıra geldi
aklıma.
O zaman kınamıştım adamları.
Kimseyi kınamayacaksın demek!
Biz de bu gidişle çocuklarla olan
ilişkimizi İngiliz mesafesine indireceğiz herhâlde!
İyilik yap denize
at!
Yine yıllar önce yurt dışında
farklı milletlerden bir grup insanla oturuyorduk. O yıllarda cep
telefonu yaygın olmadığı için ortamda sadece bir kişide telefon
vardı. Benim de acilen Türkiye’yi aramam gerekiyordu. Bu arkadaştan
telefonu kısa bir süre kullanmak için izin istedim.
“Sırtımı kaşı, ben de senin
sırtını kaşıyayım” dedi.
Hemen kalkıp çocuğun sırtını
kaşımaya başladım. Ben, “Yukarı, biraz sağa, hah işte tam
oraya bastır” falan gibi talimatlar beklerken çocuk
birden ayağa fırlayıp, “Ne yapıyorsun ya!” diye
bağırdı.
Sırt kaşımayla ilgili cümlenin
İngilizce bir atasözü olduğunu ve Türkçede “Al gülüm, ver
gülüm” anlamına geldiğini o gün öğrendim.
Meğer benden para istiyormuş
hergele…
Yakalarsam...
Yirmi yıl önce New York'ta bir
Türk arkadaşımla buluşmuştum. Memleketinden uzakta Türk gören
gurbetçi hüznü ve sevinciyle hemen sarılıp öptüm.
"Abi, ne yapıyorsun ya? Öpme
öyle ulu orta" dedi arkadaş panik içinde.
Çok kurcalamadım konuyu.
Yürürken "Eee, nasıl hayat buralarda?" diyerek
koluna girdim. Mevzuya hâlâ uyanamadığımı anlayınca kolunu
çekip bu tür samimi davranışların Amerika’da iyi algılanmadığından
bahsetti.
O zaman şaşırmıştım ama son
zamanlarda bu öpme meselesini ben de garipsemeye
başladım.
İki insanın birbirini aynı anda
eş zamanlı olarak yanaktan öpmesi mümkün değilken, kim, niçin böyle
bir âdet başlattı anlamıyorum.
Herkes kendi kültürüne göre bu
seremoniyi modifiye ediyor ve ortaya iyice garip görüntüler
çıkıyor.
Kafa tokuşturanlar, sadece yanak
değdirenler, olayı dudak hareketiyle destekleyenler, yetmeyip ses
efekti yapanlar...
Bu kadar eziyete ne gerek var?
Hükûmet “Selamlaşma şeklimiz değişmiştir, bundan sonra
öpmek yok. Çok özlediyseniz sarılın!” şeklinde bir
açıklama yapsın.
Hep birlikte rahat
edelim.