Şehrin sokak lambaları
hâlâ yanarken iki arkadaş ellerinde olta ve kovalarla
arabalarından indiler. Halk tarafından “sahilin en bereketli
noktası” olarak ünlenmiş noktada hazırlıklarını yapıp oltalarını
denize salladılar.
“İşte bu anı
seviyorum” dedi bir eşofmanlı, kır saçlı
adam. “Kurşun suya değdiğinde çıkan ses var ya! Hava
aydınlandığında imkânı yok bu sesi duyamazsın.”
Arkadaşına kıyasla daha genç
gözüken diğer adam pek oralı olmadı. “Benim olayım oltanın ucu
titremeye başlayınca başlar, balık çengelden kurtulup kovaya
düşünce biter. Ses mes umurumda değil” dedi uykulu bir
sesle.
“Eee, ne yaptın
bayramda?” diye sordu kır saçlı olan hafif alaycı bir
tonla. “Et falan da göndermedin bize?”
“Açma o konuyu şimdi. Sinirim
bozuluyor” dedi diğeri başını
çevirmeden. "Apartmanda hayvan kokusu, merdivende kan
lekesi… Haberleri açıyorum, kanallar kan kırmızı! Bizim çocuk ara
sokaklarda falan bir hayvan kesilirken görecek diye ödüm
kopuyor.”
“Sorma! Bizim çocuk da
tutturdu biz kurban kesmiyor muyuz baba diye. Açıklamaya çalıştım
ama çocukta beklenti oluşmuş. Kola reklamında bile kurbanlık dana
oynatacak adamlar neredeyse. Ama ben çocuğuma böyle bir hatıra
bırakmak istemiyorum. İleride -Babam bayram sabahı büyük bir zevkle
hayvan boğazlamaya gitti- diye düşünsün
istemiyorum.”