İnsan her zaman yaşadıklarını
yazamıyor. Kimi hatıralar var ki bırakın köşeye, kitaba taşımayı,
yerinden kıpırdamıyor.
“Belki bir gün yazarım
bunu” deyip not aldığım cümlelere baktım dün. Başrolünde
ben olanları, karamsarları, gereksizleri, samimiyetsizleri ve
taşınmazları eledim.
Geriye içinde çocuk olan
hatıralar kaldı sadece.
Ben de oturup yazdım, içinden
çocuk geçiyorsa bir şeyin, nasıl olsa güzel olur diye.
Öz yurdunda
turistsin
Öğrencileri yaz kampı için
İngiltere’ye götürmüştük. Londra’da bir adres arıyorduk. Gruptaki
öğrencilerimden bir tanesi, “Hocam, isterseniz şu turiste
soralım” dedi.
Çocuğun şu diye gösterdiği adama
baktım. Adam İngiliz.
“Oğlum, turist olan
sensin” dedim. Gülüştük.
Çocuk tek cümlesiyle bütün
İngilizleri kendi memleketlerinde turist yapıvermişti.
O gün yerleşmiş düşünce
kalıplarının, zaman ve mekân değişimlerine zor ayak uydurduğunu bir
kez daha görmüş oldum...
Kahvaltıda mantı
yemek
Küçük oğlum okuldan geldikten
sonra uyumuş. Ben eve geldiğimde hâlâ uyuyordu. Akşam ezanı
okunmak üzereydi. Zorla kaldırdık ve yemeğe gelmesini
söyledik.
Sofraya oturdu. Ayıptır söylemesi
yemekte mantı vardı. Oğlum biraz şaşkın bir ifadeyle tabağındaki
soslu ve yoğurtlu mantıyı süzdükten sonra yavaşça yiyip bitirdi.
Sofradan kalkıp elini yıkadı ve odasına gitti.
Birkaç dakika sonra tekrar
mutfağa geldiğinde, biraz önce oğlumun yüzündeki o şaşkın ifade
bizim yüzümüze yerleşti.
Çünkü pijamalarını çıkarmış, okul
kıyafetlerini giymişti.
“Oğlum, hayırdır? Niye okul
kıyafetlerini giydin?” dedim.
“Okul yok mu
bugün?” dedi.
Biraz daha konuşunca konuyu
anladık. Bütün gece uyuduğunu ve sabah olduğunu zannetmiş. Durumu
açıklayınca şaşırdı.
Tekrar pijamalarını giymek için
odaya giderken de şöyle dedi;
“Zaten bir gariplik olduğunu
anlamıştım. Herkes çok canlıydı. Ama en çok da kahvaltıda mantı
yememize şaşırdım” dedi.
O gün ikindiyle akşam vakti
arasında uyumanın niçin mahzurlu olduğunu daha iyi
anladım...
Namaz kılan
kahraman
Benim yazmış olduğum bir hikâyeyi
okuyan oğlum, bir ara koşarak yanıma geldi.
“Baba, Kayhan Hoca namaz
kılıyormuş ya!” dedi kitabın sayfasını
göstererek.
Konuyu birkaç saniye geçtikten
sonra anladım. Hikâyede çocukların çok sevdiği Kayhan isminde bir
öğretmen vardı. Sayfalardan birinde Kayhan
öğretmen, “Çocuklar, dün gece hiç uyuyamadım. Sabah
namazını kıldıktan sonra birazcık uyumuşum” gibi bir şey
söylüyordu.
Ben daha cevap veremeden bizim
çocuk, “Bir dakika ya! Gerçi sen yazdın değil mi bu
hikâyeyi?” dedi.
Baba oğul jetonlarımız ardı
ardına düşerken, hikâyelerdeki hayali
kahramanların satırlardan kurtulup çocukların zihnine akarken,
pelerinlerini çıkarıp nasıl gerçeğe dönüştüklerini...
Satır aralarına saklanmış
mesajların ne kadar güçlü bir etkisi olduğunu…
Ve duruma göre ne kadar tehlikeli
veya faydalı olabileceklerini çok daha iyi anladım...
Biz büyüdük ve kirlendi
dünya
Okulda teneffüs saatiydi. Bahçede
neşeyle oyun oynayan bir grup çocuk vardı. Birden kenarda tek
başına oturan bir çocuk gördüm. Hüzünlü gözlerle oynayan
arkadaşlarına bakıyordu. Yanına gittim.
“Sen neden
oynamıyorsun?” diye sordum.
“Beni oyuna
almıyorlar” dedi.
“Niçin?” dedim.
“Ben biraz mızıkçıyım,
ondan” dedi.
O çocuğun gözlerine bakarken, ha
bire bir şeyler öğretmeye çalıştığımız çocuklardan öğrenecek ne
kadar çok şeyimiz olduğunu hissettim.
Ve büyürken ne kadar çok şey
kaybettiğimizi…
Çatlarsak…
Yıllar önceydi. Erzincan'da bir
ev gezmesindeydik. Ev sahibi sürekli beni ve abimi daha çok yememiz
için zorluyordu.
Abim durumdan kurtulmak
için, "Doyduktan sonra yemek günah, ben
doydum" dedi. Abimin bu zeki atağından sonra ısrarların
sona ereceğini düşünerek, ben de elimdeki dolmayı usulca tabağa
geri bıraktım.
Ama yanılmışım. Çünkü ev
sahibi, "Misafirlikte yenen yemeğin hesabı
olmaz" deyip abimin tabağına birkaç börek daha
bıraktı.
Abim böreklere bakarken muzip bir
ifadeyle, "Çatlarsak şehit olur muyuz
peki?" diye sormuştu.
O gün ne öğrendiğimi bilmiyorum
ama özellikle ramazan ayındaki canlı yayınları seyrederken bu
hatıra geliyor aklıma hep...