Hayatta her şeyin rast gitmesi bazen insanın felaketi olur.
Her şey yolundayken, yolu kaybetme ihtimali artar. İnsanın arzu ve istekleriyle arasındaki mesafe azaldıkça hayatın lezzetleri de azalır. Leyla-Mecnun veya Ferhat-Şirin hikâyeleri kavuşmanın değil bekleyişin hikâyeleridir aslında.
Ve hayatın asıl lezzeti, beklerken yaşanır.
Baharı en iyi anlatan çiçektir belki. Ama insanı diri tutan, bahar özlemini bir kuru dalda yaşayabilmektir. Bazen bir fidanı sulamak, ağaç gölgesinden daha keyifli olur. Çünkü insanı hayata bağlayan, henüz gerçekleşmemiş hayallerdir. Çözülemeyen problemler, ulaşılamayan hedefler ve halledilemeyen işler insanı diri tutar...
Gerçekleşen her hedef, bir satır siler hikâyeden. Kavuşulan her hayal, hayatla olan bağlardan birisini koparıp atar. “Hayat benim için anlamını kaybetti” cümlesi hükümsüzdür. Çünkü kaybolan şey hayatın anlamı değil, bizim anlama kabiliyetimizdir. “Tükenmişlik sendromu” denen şey de zaten...