Bir seçim daha tamamlandı.
Sonuçlar milletimiz için hayırlı olsun.
Bu köşede eğitim dışında konulara
girmemem gerekiyor aslında. Ama seçim sürecinde siyasete o kadar
bulandık ki, üzerime seçim sonuçları sıçramadan bir şey yazmayı
beceremedim.
Ben de eğitimi siyasete alet eden
bir yazı yazdım.
***
Bu seçim aslında uzunca süren bir
eğitim dönemi gibiydi hepimiz için.
Derse farklı hocalar girip
çıktılar. Kimisinin dersinde sıkıldık, kimisinde gözlerimizi ve
kulaklarımızı dört açıp dinledik. Kimisine biraz
sinirlendik.
Sınav tarihi yaklaştıkça
heyecanımız arttı.
Ve 24 Haziran tarihinde hep
birlikte sınava girdik.
***
Sınava yeterince çalışmayanlar
geçer not alamayınca çok şaşırmadı. “Bir dahakine daha çok
çalışıp durumu kurtarırım” diyerek hayatlarına devam
ettiler.
Ama yanlış yerlere çalışanlar,
çalışmadığı hâlde yüksek not bekleyenler veya okuduğunu
anlamayanlar tepkiliydi.
Kimisi “Hoca bana
taktı” dedi. Kimisi işlenmeyen yerlerden soru çıktığını
iddia ederek yaygara yaptı. Kimisi soruların çalındığını iddia
ederek sınavdan iyi not alanlara yüklendi.
Kimisi de aldığı notun doğru
olamayacağını söyleyerek sonuca itiraz etti ve sınav kâğıdını
görmek istedi.
***
Sonuç olarak işlenmeyen konu
olmadığı, soruların çalınmadığı, sınavların değerlendirilmesiyle
ilgili de bir hata yapılmadığı ortaya çıktı.
Mesele soruların nereden
geleceğini kestirebilmek, doğru yerleri okumak ve okuduğunu
anlamakla ilgiliydi.
Ne kadar çok soru çözmüş olursa
olsun, toplumu doğru okuyamayanlar…
Analitik düşünme becerisi
olmadığı için okusa da kavrayamayanlar…
Ve öngörü eksikliğinden dolayı
yanlış sayfalara çalışanlar sınavda geçer not
alamadılar.
Dileğimiz kazananın da kaybedenin
de tıpkı okul yıllarında olduğu gibi kavga etmeden yan yana
oturmaya, yaşamaya ve çalışmaya devam etmesi. Zaten başka şansımız
da yok.
Eğer kavgaya seçimden sonra da
devam edersek, ülke olarak sınıfta kalmayı göze almışız demektir.
Bu yüzden el ele verip büyük Türkiye hayaline birlikte
yürüyelim.
Birazdan zil tekrar
çalacak.
Haydi, şimdi teneffüse çıkıp
biraz dinlenelim.
Demek ki neymiş...
- Sosyal medyada esen rüzgârlar,
siyaset denizindeki gemilerin rotasını çizecek kadar kuvvetli
değilmiş.
- Twitter’daki hesap sandığa
uymuyormuş.
- Öz güven zehirlenmesi mantığı,
ideolojik zehirlenme de öngörüyü yok edebiliyormuş.
- Birileri Kadıköy vapurunda
tango yaparken, atı alan Üsküdar'ı geçmekteymiş.
- Millî görüşün millisi çıkınca
ortada görüş falan kalmıyormuş.
- Eski düşman dost olmaz, olsa da
dürüst olmazmış.
- Ellerinde kadehlerle koro
hâlinde küfreden, dünya görüşleri yere kapaklanmış, fikirleri
sendeleyen insanların çakırkeyif hayalleri, “güneşli günler”
göremeden bir yerlerde sızıp kalmaya mahkûmmuş.
- "Elimde tüfenk, kalbimde
iman, dileğim ikidir, din ile vatan" şiirini okuduğu için
hapse giren siyasetçinin "Tanrıyla aramız açık zaten, ben
da sana taparım" şiirini yazan siyasetçiyi yenmiş olması
en azından Türkiye için çok da şaşılacak bir şey
değilmiş.
İnşallah olmaz!
İnşallah bundan sonraki
süreçte;
- Seçim gününe kadar milletin
gözünün açıldığını, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını
söyleyenler ağız değiştirerek, milleti yine aptal yerine
koymazlar.
- Köprüyü geçene kadar köylüyü
milletin efendisi yapanlar, köprüyü geçemeyince köylüyü yenilginin
müsebbibi saymazlar
- Seçime kadar, "Millet
için geliyoruz" diye bağıranlar, seçimden
sonra "Bu ülkede yaşanmaz. Bekle Avrupa, biz
geliyoruz" diyerek motorları maviliklere
sürmezler.
- Gönülsüz söylenen barış
türküleri notalarından soyunup savaş çığlıklarına
dönüşmez.
- Seçimden bir gün
önce, "Seçim sonucunu açıklıyorum. Çoktan
kazandık!" diye sevinen Yılmaz muhalifler, sonuçlar
açıklandıktan sonra İzmir Marşını bırakıp yine bidon ve göbek
havası çalmaya başlamazlar.
- Geleneksel "Kaybedilen
Seçim Sonrası Aziz Nesin’i Anma" programları yeniden
başlamaz.
İnşallah!