Birçok ünlü yazar gençlere
tavsiye verirken, “Yanınızda kalem kâğıt bulundurun ve not
alın!” diyor.
Ben de verilen tavsiyeye uyup
tatilde cep telefonuma birkaç not almıştım. Bu notları okurken
birden toplanıp yazı oldular.
Ben de müdahale etmedim
artık.
Sakin ol
şampiyon!
Ayıptır yazması, çocuklarla
denize gittik.
Kuma ayak bastığımız
anda “Şimdi mi girelim, biraz güneşlenip öyle mi
girelim?” diye tartışma başladı. Sonunda “İyice
ısınıp atlayalım, daha zevkli olur” diye karar
verdik.
Bu arada deniz gözlüklerini
denedik. Çocuklar tek olan paleti kim takacak kavgasına tutuştu.
Şemsiyenin gölgesini büyütmek için açıya ayar çektik.
Her şey hazır olunca, bu sefer
denize nasıl girelim diye tartıştık. Yavaş girince alışması zor
olduğu için “Bir, iki, üç” diye sayıp koşarak ve
bağırarak kendimizi suya attık.
Ortalığı iyice bir köpürttükten
sonra denize methiyeler düzdük hep birlikte.
Cam gibi, dibi gözüküyor, git
git derinleşmiyor falan…
Suya iyice alışınca aksiyon
başladı. Taklalar, nefes tutma yarışları, deve güreşi, boy
vermeler, dipten kum almalar, omuzdan çocuk atmalar…
Yüzme haricinde her türlü garip
atraksiyonu yaptıktan sonra yine büyük bir gürültüyle çıktık.
Havluları serip yattık ama içimiz hâlâ kıpır
kıpır.
Rahat duramıyoruz.
***
Bu sırada iki genç geldi yan
tarafa. Pek konuşmadan şemsiyeyi kuma diktiler ve çantalarını açıp
palet, zıpkın, gözlük falan çıkardılar. Sonra sakin bir şekilde
suya girdiler.
Zıpkınlı olan fazla açılmadı.
Arada bir dalıp çıktı. Diğeri iyice açıldı ve yarım saatten fazla
hiç durmadan yüzdü.
Sonra yine sakin bir şekilde
çıkıp şemsiyenin altına uzanıp kitap okudular.
Bir ara, “Birader, balık
vuramadın mı?” diye bağırasım geldi ama
vazgeçtim.
***
Ve bir kez daha çok iyi anladım
ki…
Olaya hâkimiyetinle çıkardığın
ses arasında ters orantılı bir ilişki var. Yani bir konuda ne kadar
iyiysen, o kadar az gürültü, patırtı yapıyorsun.
İşte, evde, tatilde… Her yerde
aynı bu kural.
Profesyonellik, gürültü ve
gereksiz heyecanı kaldırmıyor.
O zaman sükûnet!
Empatide doz
aşımı
Denize gittiğimiz yerde çok fazla
sivrisinek vardı. Yılın büyük bölümünü orada geçiren
komşuya, “Zor olmuyor mu burada yaşamak? Sivrisinekler
büyük sıkıntı” dedim.
İstanbul’dan geldiğimizi bilen
adam gözlüğünün üzerinden bakıp, “Bizim sinekleri her
türlü sizin trafiğinize tercih ederim” dedi ve gazetesini okumaya
devam etti.
Çabuk sonlanan muhabbetin
ardından eve doğru yürürken yıllar önce okulda yaşadığım başka bir
olay geldi aklıma.
Dersten çıkıp nöbet yerime gitmek
için asansöre binmiştim. Ana sınıfına yemek getiren iki kişi vardı
asansörde.
Ve çok ağır bir yemek
kokusu…
İçimden, “Yazık bu
adamlara ya! Bu yağ kokusunun içinde nasıl çalışıyorlar bütün
gün!” diye geçirmiştim.
O sırada aşçılardan
biri, “Hocam, Allah size kolaylık versin. Bu çocuk
gürültüsünde nasıl çalışıyorsunuz
yahu?” deyivermişti.
Demek herkes bir şekilde yaşadığı
hayata uyum sağlıyor.
O yüzden çok fazla şey yapmamak
lazım!
Öğretmenlik yapmak ve
öğretmen olmak
Kütahya’da eşimin dedesini
ziyarete gittik. Evde bulunan misafirlerden bir tanesi öğretmen
olduğumu öğrenince, “Ben okulu lise ikide
bıraktım” dedi.
“Neden
bıraktınız?” diye sordum.
Mehmet Amca derin bir nefes alıp
anlattı.
“Matematiğim zayıf gelecekti.
Kurtarmak için sözlüye kalkmak istedim. Hoca üç soru soracağını,
eğer sorulardan ikisini bilirsem geçireceğini söyledi. Heyecan
içinde bekledim. Birinci soruyu yapamadım. İkinci soruyu da
yapamayınca hoca yerinden kalkıp yanıma geldi ve elindeki renkli
tebeşirle yüzüme bir çarpı işareti çizdi. 54 kişilik sınıf
kahkahadan yarılırken yüzümde çarpı işaretiyle sınıftan çıktım ve
bir daha da okula dönmedim.”
“Hayırlısı böyleymiş amca
be!” dedim gülümsemeye çalışarak.
“Bizimki de cahillik
işte!” dedi o da gülümseyerek. “Hâlbuki yıka
yüzünü, dön sınıfa. Değil mi ama?”
Bir şey diyemedim.
Mehmet Amca, 50 yıl önce yüzüne
atılan çarpı işaretinin izini silmek istermiş gibi ellerini yüzünde
gezdirirken, tüylerim diken diken bir hâlde oturduğum yerde
kalakaldım...