Türkiye’de eğitim reformu için üç başlıkta büyük bir değişim ve dönüşüm gerekiyor.
Müfredat, yönetim şekli ve zihniyet…
Eğitimde 2023 vizyonu belirlenirken bu üç başlığın altı iyi doldurulmalı, değişim heyecanı bakanlık kadrolarından taşarak öğretmenlere sirayet etmelidir.
Vizyon ne kadar iyi olursa olsun, misyon sahibi olmadan değişim gerçekleşemez.
Müfredat
Eğitim millî bir dava hâline gelmeden reform beklenemez. Büyük hedeflere kilitlenmiş büyük bir dava için de önce üst değerlerin belirlenmesi gerekir. Çünkü içinde değer barındırmayan öğretim programları kullanım kılavuzu gibidir ve bulaşıcı etkisi olamaz.
Kendi geçmişine ve değerlerine küs bir öğretim programıyla, gelecekle barışık bireyler yetiştirilemez.
Çocuk önce anne babasını, sonra kardeşlerini, akrabalarını ve komşularını tanır. Tersi olursa aidiyet oluşmaz ve kimlik bunalımı yaşanır.
Yunus Emre’yi tanımadan Milton, Mevlana’yı tanımadan Shakespeare okuyamayız.
Okursak, döner döner yine okuruz.
Öğretim süreçlerinin en çok ihmal edilen kısmı anlamlandırmadır. Öğrenci derste, “Bunlar ileride ne işimize yarayacak?” diye sorma ihtiyacı hissediyorsa, o müfredatın sundukları ileride hiçbir işe yaramaz.
Anlamlandırmanın ön şartı da ilişkilendirmedir. Öğrenmede kalıcılığı sağlamak ve süreçleri anlamlandırmak için geri okuma yapmak, ilk adımı son hikâyeden atmak gerekir.
Yakın mesafeden uzak mesafeye, bilinenden bilinmeyene doğru ilerleyen bir program, öz güven ve motivasyon problemlerini de ortadan kaldırır.
Çoktan seçmeli soruların şıkları arasına sıkışıp kalan eğitim sistemine yapılabilecek en iyi müdahale, alanı genişletmek, ağırlıklardan kurtulmak ve oksijen almasını sağlamaktır.
Müfredat yetiştirme telaşı sırasında kaçan fırsatların telafisi ağır olur.
Yönetim şekli
Merkezî eğitim sistemi, üniter devlet yapısını koruma paranoyasıyla sürekli tetikte duran, tedirgin, şüpheci, otoriter ve hantal bir yapıdır. Eğitim sisteminin hafiflemesi ve hareketlenmesi için yerinden yönetim ve yetki devri şarttır.
Eğitim sorumluluğunun yerel yönetimlerle paylaşılması, üniter devlet yapısına zarar falan vermez. Türkiye artık bu yersiz korkuları aşmalıdır.
Merkezî yönetim altında kavga etmek yerine, yerel yönetimde rekabet etmek her açıdan daha mantıklı olacaktır.
Bu ülke ne çektiyse yetkisiz yetkililer, sorumsuz sorumlulardan çekmiştir.
Temkinli ama paranoyak olmayan, teşvik eden ama dayatma yapmayan, ülkenin birliği kadar insanın dirliğini de düşünen bir yönetim sistemi ülkeye nefes aldıracaktır.
Zihniyet
Öğretmenin en büyük hastalığı farenjit değil, sürekli öğrettiği için öğrenmeyi unutmasıdır. Halbuki öğrenme ve öğretme önlü arkalı değil, yan yana ilerlemesi gereken iki eylemdir.
Öğrenmeyi unutan öğretmenler genelde bilgi transferi yaparlar. Kendi öğrendikleri doğruları öğrencilere sunar, gerisine karışmazlar.
Hâlbuki öğretmen öğrenciye gideceği yolu göstermez. Öğretmenin işi önce farklı yolları göstermek, sonra da öğrencinin hangi yoldan gideceğine karar vermesini sağlayacak becerileri geliştirmektir.
Her sabah “Türk'üm, doğruyum, çalışkanım” diye bağırmak yerine, doğru ve çalışkan olan Türklerin hayat hikâyelerini coşkuyla anlatmak lazımdır. Davranış geliştirmeyi hedefleyen bir sistem, yüksek desibelli tekrarlardan medet ummaz.
Davranış geliştirmek için eğitim süreçlerinin satırlardan taşması, sınıf duvarlarını yıkması gerekir. Hayatla ilişkilendirilmeyen bir öğretim programı, hayatta başarıya ulaşamaz.
Resim dersini bahçede işlemek, kesirleri öğretirken kek yapmak veya tarih dersini müzede işlemekten bahsetmiyorum tabii. Bunlar sadece vitrinde yapılan dekoratif hareketlerdir.
Eğitimin en büyük amacı öğrenmeyi sevmek ve sevmeyi öğrenmek olmalıdır.
Bu ikisi olduktan sonra gerisi zaten teferruattır.