1980’li yıllarda bir bayram sabahıydı. Taze ekmek, simit, çay ve biraz da yosun kokan buğulu bir bayram günü sabahı…
Babamla camideydik. Biraz dağınık başlasa da sona doğru toparlanan gür tekbir seslerini, babasının omzuna dayanmış uykulu çocukları hatırlıyorum… Cemaatten yükselen ve büyük cam avizeye sürünerek billurlaşan bayram sevinci, caminin kubbesinde biriktikten sonra cıvıldayarak tekrar üzerimize serpiliyordu.
Namaz bitince camiden dışarı doğru akan cemaatin arasında, ayakkabılarımı havaya kaldırıp yürüdüm. Sabah güneşi, yaşlı söğüt ağacının yaprakları sayısınca bölünüp altın tozu gibi avludaki insanların üzerine dökülüyordu.
Eve dönüş yolunda fırına uğradık. Nişanca fırınından aldığımız sıcak ekmeğin çıtır köşesini ağzımda kıtırdatarak babamın gölgesinde eve yürüdüm.
Eve varınca hemen kahvaltı sofrasına oturduk. Kahvaltı bitince birkaç bayramlaşma faslından sonra harçlıklarımı sarı-lacivert renkli, bez cüzdanıma yerleştirip fırladım evden. Fatih Kız Lisesinin karşısındaki...