Bu ayın başında Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 29
Temmuz’da Çin’i ziyaret edeceği bildirildiği sırada, Türkiye’de
Çin’e karşı Uygur Türklerine dini baskılar uygulandığı gerekçesiyle
yoğun bir kampanya yürütülüyordu. Gösterilerde Çinli sanılan Koreli
veya Uzakdoğulu turistlere saldırıldığı da herkesin
hatırındadır.
Tabii Çin makamları bu manzaradan hoşlanmamış ve karşı atağa da
geçerek Türkiye’nin bazı Uygur militanlarının Suriye’de IŞİD’in
saflarına katılmalarına yardımcı olduğunu öne sürmüştü.
Bir ara böyle bir gerginlik içinde Erdoğan’ın ziyaretinin
gerçekleşemeyeceği söylentileri de dolaşmıştı.
Ancak Cumhurbaşkanı bu kez yatıştırıcı demeçler vermiş, Şincan
Uygur Özerk Bölgesi’ne gönderilen Anadolu Ajansı muhabiri de
ramazanda iddia edildiği gibi oruç ve ibadet özgürlüğünün
kısıtlanmadığını bildirmişti.
Sonuçta tansiyon düşmüş, Cumhurbaşkanı rahat bir havada gezisini
yapmıştır.
Hassas konu
Cumhurbaşkanı Türkiye’deki Uygur Türkleriyle ilgili duyarlılığa
rağmen “sorun”un Türk-Çin ilişkilerini gölgelememesine özen
göstermiştir. Böylece Türkiye stratejik bir değer atfettiği bu
ilişkilerde, bir “reel politik” -yani gerçekçi bir politika-
örneğini vermiştir.
Ankara açısından bu ilişkilerin geliştirilmesinin birçok açıdan
büyük önemi var. Siyasi bakımdan, Çin’le yakınlaşma, Türk
diplomasisinin izlemeye çalıştığı “çok boyutlu dış politika”nın bir
tezahürü niteliğindedir... Ekonomik bakımdan, Çin’le ticaretin
gelişmesi ve birtakım ortak projelerin gerçekleştirilmesi
Türkiye’ye yeni imkânlar sağlayacaktır. Askeri bakımdan, füze
savunma sistemi gibi projelerin gerçekleştirilmesi Türk Silahlı
Kuvvetleri için yeni fırsatlar yaratacaktır...
Nitekim bunlar Beijing’deki görüşmelerde masaya yatırılan başlıca
konulardı. Özellikle ekonomide yeni projeler ele alınmış,
karşılıklı ticaret için 100 milyar dolarlık bir hedef
belirlenmiştir.