Türk dış politikasında çeşitli dönemlerde “ulusal dava” olarak kabul edilen sorunlar, belirleyici bir rol oynamıştır. Diğer bir deyişle, Türkiye dış dünyayla ilişkilerine, yabancı ülkelerin bu meselelerde aldığı tavra göre bir yön vermiştir.
Örneğin, 1960-70’lerde ve zaman zaman sonraki yıllarda Kıbrıs meselesi, Ankara’nın uluslararası camia ve özellikle Batılı ülkelerle ilişkilerini derinden etkilemiştir. Türkiye bu ülkelerin Kıbrıs’la ilgili tutumunu, onlarla ilişkilerinin “sıcaklık” veya “soğukluk” derecesi için bir kıstas olarak almıştır.
Özellikle 1970’lerde ABD ile bu nedenle yaşanan kriz, bunun açık bir göstergesidir.
Aynı şekilde 1970-80’lerden itibaren “Ermeni soykırımı” sorunu Türkiye’nin dış politikasında belirleyici bir faktör olmuştur.
Ankara Ermeni iddialarını benimseyen ülkelere sert tepki göstermiş, bazısıyla (Fransa gibi) ilişkilerinin kopma noktasına gelmesini dahi göze almıştır.
Son yıllarda PKK konusu da Türk dış politikasında önemli bir yer almış, Ankara komşu veya uzak ülkelerle ilişkilerine, onların PKK’ya karşı duruşlarına göre bir yön vermiştir.
Türkiye aynı değerlendirmesini, PKK’nın uzantısı saydığı PYD/YPG konusunda da yapmış ve bunun sonucu olarak ABD ile de karşı karşıya gelmiştir...
Batı’ya sitem
Görünüşe göre şimdi 15 Temmuz darbe girişimini kapsayan “FETÖ faktörü”, Türkiye’nin dış ilişkilerinde belirleyici bir etken oluşturuyor.
Ankara, dış ülkelerini dünya ülkelerinin başarısız darbe karşısındaki tavrına, seçilmiş hükümete ve demokrasiye desteğine ve FETÖ’nün kendi topraklarındaki faaliyetlerine göre değerlendiriyor.
Bu yeni kıstasın uygulanması bazı dost ve müttefik ülkelerle ilişkilerin bozulması sorununu yaratıyor. Örneğin ABD’nin gerek darbeyle ilgili tutumu, gerekse Fetullah Gülen’in iadesi talebine ayak sürmesi, iki ülke arasında ciddi bir gerginliğe yol açmıştır.
Aynı şekilde AB’nin önemli üye ülkelerinin darbeden sonra takındığı soğuk ve de eleştirel tavır, açıkça Ankara’yı onlardan uzaklaştırıyor.