Eylül 2013’te BM Genel Kurul toplantısı için ilk kez New York’a giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ABD’den ayrılırken, Başkan Obama kendisine bir iyi niyet jesti yaparak yazılı bir uğurlama mesajı göndermişti.
O zaman diplomatik çevreler bu beklenmedik “olay”ın ABD ile İran arasında yeni bir sürecin başlangıcı olabileceğini öne sürmüşlerdi.
Nitekim çok geçmeden bu tahmin gerçekleşti, uluslararası diplomasi devreye gidi, ABD’nin başını çektiği 5+1 grubu ile İran arasında iki yıl boyunca çetin müzakereler devam etti ve sonuçta geçen temmuz ayında taraflar bir anlaşmaya imza atmayı başardı.
Anlaşmaya göre, İran atom bombası yapmaya yönelik nükleer faaliyette bulunmayacak, buna karşılık Batı da İran’a uyguladığı ekonomik yaptırımlara son verecekti.
Geçen yaz anlaşmanın imzalanmasından sonra, İran’ın gerçekten bu şartları yerine getirip getirmeyeceği konusunda bazı kuşkular vardı. Ancak hafta sonunda BM’ye bağlı Atom Enerjisi Kurumu’nun açıkladığı rapor yüreklere su serpti: Bütün tespitler, İran’ın anlaşmanın koşullarını yerine getirdiğini ortaya koydu. Dolayısıyla, Batı da İran’a karşı yaptırımları kaldırdığını ilan etti...
Kim kazançlı?
Bu, İran nükleer krizinin sona ermesinde ve Tahran ile ilişkilerde yeni bir döneme girilmesinde bir dönüm noktası oluşturuyor.
Yaşama geçirilen anlaşma “kazan-kazan” anlayışıyla gerçekleşti. Nükleer tehlikenin ve gerilimin giderilmesi açısından Batı kazançlı, İran da kendisini izole eden, ekonomisini çökerten yatırımların kalkmasından ötürü kazançlı. Ama açıkçası bu işte İran elde etmek istediklerinin değeri bakımından daha kârlı görünüyor.