15 Temmuz kalkışmasının Türkiye’nin dış ilişkilerine yansımalarının siyasi boyutu kadar, ekonomik yönü de büyük önem taşıyor.
Genelde askeri darbeye sahne olan ülkeler uluslararası camianın merceği altına girerler. Bu ülkelerde olup bitenleri sadece hükümet yetkilileri ve diplomatlar değil, ekonomi ve finans çevreleri de dikkatle izlerler.
İş çevrelerinin bu konudaki hassasiyeti doğal karşılanır. Ülkelerin
ekonomide birbirine bu kadar bağımlı oldukları bugünkü
“globalleşmiş” dünyada böyle bir duyarlılığın gösterilmesini fazla
yadırgamamalı...
Reyting tartışması
Türk ekonomisinin geliştiği ve kendisini küresel krizden uzak tutmaya çalıştığı bir sırada, 15 Temmuz darbesinin vuku bulması, gerçekten büyük bir talihsizlik.
Bu olay, siyasi alanda yakın veya uzak birçok ülkelerle ilişkilerimizde yarattığı sıkıntıların yanı sıra, ekonomide de yeni zorluklar doğuruyor.
Aslında darbe girişiminin başarısızlığa uğraması, rejimin ve hükümetin işbaşında kalması Türkiye’nin lehine kaydedilmesi gereken bir gelişmedir. Bunu birçok devlet başkanı ve yetkilisi açıkça beyan etti. Ama finans çevrelerinin Türkiye’deki bu gelişmelere bakışı daha karamsar ve negatif oldu.
Olaydan henüz 3 gün sonra bazı kredi derecelendirme kuruluşları, Türkiye’nin reytingini düşük gösterdi. Türk piyasaları badireyi az zararla atlatırken, dışarıda iş âlemine, yatırımcılara fazla güvenilmeyecek bir Türkiye imajı yansıtıldı...
Kızmakla kazanılmaz
Dış finans çevrelerinin ve kredi notu veren kurumların bu tavrını anlamakta zorluk çekebilir ve eleştirebilirsiniz. Ama açıkçası bu iş kızmakla, onları karşımıza almakla halledilmez.
Bu imajı düzeltmek ve güveni artırmak için, her şeyden önce darbe sonrası normalizasyonun her alanda hızla gerçekleştirilmesi gerek.
Türkiye hakkında yersiz kuşkular yayan reyting kuruluşlarına karşı yapılacak şey de, onları yok saymak yerine, etkin bir kamu diplomasisiyle dünyaya Türkiye’nin gerçek durumunu anlatmak, onları ikna etmeye çalışmaktır