ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk yurt dışı seyahatinde gerçekleştirdiği “ilkler”den biri de, Suudi Arabistan’dan İsrail’e direkt uçuşu oldu.
Riyad ilk kez bir uçağın kendi semalarını aşarak Telaviv’e gitmesine izin verdi. Bu, kuşkusuz Suudi rejiminin, Trump’a yapmak istediği bir jestti. Ama bunun Ortadoğu’da havanın değişmekte olduğunu gösteren siyasi bir anlamı da vardı.
Bir süreden beri Suudi Arabistan’la İsrail arasında gizli temasların cereyan ettiği ve zımni bir yakınlaşmanın başladığı gözleniyor.
Bu gelişmeye yol açan başlıca faktör, Suudi Arabistan’ın İran’ı kendisi ve Körfez bölgesi için bir tehdit olarak görmesi ve onunla (Yemen’de olduğu gibi) açıkça çatışma halinde olmasıdır.
Malum, İran İsrail’in de en büyük düşmanı. Bu hem Riyad’ı, hem Telaviv’i, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” noktasına getirmiş bulunuyor.
Kim kiminle...
Başkan Trump’ın üzerinde çalıştığı yeni Ortadoğu stratejisinin siklet merkezinde, dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, “güvenlik” konsepti yer alıyor.
Suudi ve diğer Müslüman ülkelerin liderleriyle görüşmelerinde Trump, terörle mücadele amaçlı kolektif bir işbirliği sisteminin kurulması fikrini ortaya attı. Trump bu fikri Suudiler ve diğer bölge ülkeleri için daha cazip şekle sokmak üzere, İran tehdidini ön plana çekti.
Bu stratejik hamle, Ortadoğu’da yeni bir cepheleşmenin temelini atıyor. Suudi eksenli bu blokta Körfez ülkelerinin, Mısır ve Ürdün’ün (ve hatta zımni olarak İsrail’in) yer alması öngörülüyor.
Bunun bir sıkıntısı, Sünni ağırlıklı olması ve Şii İran’ı karşısına alması nedeniyle, mezhepsel ve dinsel bir karakter alması olasılığıdır. Daha şimdiden bazı Amerikalı siyasetçiler böyle bir olumsuzluğa işaret ediyorlar ve böyle bir cepheleşmenin bölgedeki mevcut gerginlik ve çatışmaları kızıştırabileceğini öne sürüyorlar...