Dünkü dünya gazetelerine baktığınız zaman, pek çoğunun
Türkiye’deki genel seçimlerle ilgili haberleri Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın yenilgisi olarak sunduklarını görürsünüz.
Bunun nedeni, Erdoğan’ın aslında Büyük Millet Meclisi’nin 550
sandalyesi için yapılan bu seçimlerle ilgili kampanyaya, başkanlık
sistemine geçiş projesi için aktif olarak katılmış olmasıdır.
Cumhurbaşkanı günlerce ülkenin çeşitli yerlerinde düzenlenen
mitinglerde seçmenlerden bu projenin hayata geçirilmesi için,
Meclis’te gereken çoğunluğun oluşturulmasını ve dolayısıyla iktidar
partisine oy verilmesini istemiştir.
Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar, sonuçta bu seçimlere adeta başkanlık
sistemi için yapılan bir referandum havasını vermiştir.
Erdoğan’ın bu kadar öne çıkması neticesinde, sandıklardan çıkan
sonuç onun için bir yenilgi olarak görülmüş ve onun “başkanlık
rüyası”na karşı indirilen bir darbe olarak nitelendirilmiştir.
Nitekim yabancı analistler, Meclis’in yeni kompozisyonuyla,
başkanlık projesinin artık “rafa kalktığını” ve Erdoğan’ın da bu
gerçeği kabullenmesi gerektiğini belirtiyorlar...
Doğru mesaj ne?
Dış dünyanın seçim sonuçlarına bakışındaki ikinci önemli unsur,
HDP’nin yüzde 10 barajı aşıp Meclis’e girmesiyle ilgili.
Bu her şeyden önce, “demokratik temsil”in -zor şartlar altında da
olsa- gerçekleşmesi olarak yorumlanıyor. Artık Meclis’te Kürt
kökenli -ama aynı zamanda ulusal bir nitelik kazanmaya çalışan- bir
parti de var. Bunun “çözüm süreci”ni hızlandıracağı ümit ediliyor.
Bu arada yeni Meclis’in seçim barajını düşürmeye karar vermesi için
bir fırsat doğduğu düşünülüyor.
Dış dünyanın ve özellikle Batı’nın bu seçimlere bakışında önemli
bir nokta da bunun Türkiye’de demokrasinin pekişmesi açısından
olumlu bir gösterge olarak değerlendirilmesidir.
Nitekim AB Komisyonu yetkililerinin dünkü beyanları, Birlik
çevrelerinde seçim sonucunun memnuniyet yarattığını ortaya
koyuyor.