Türkiye gibi, maçın da keyfi kaçıktı. Sonuç ne kadar farklı olursa olsun, büyük felaketin dağılamayan, azalamayan kabusu, tribünlerden sahanın içine kadar çökmüştü. Valencia’nın olağanüstü ikinci golü bile tribünleri çok da ayağa kaldıramadı, coşturamadı. Ruh halimizi; futbolu özlememize rağmen bir türlü ayağa kaldıramadık. Tribünlerdeki seyirci ancak maçın son bölümlerinde maça dönebildi. Maçta en fazla ilgimi çeken, hakem Halil Umut Meler oldu. Süper Lig’de bugüne kadar bu kadar çabuk, bu kadar rahat çıkan kartları ilk kez gördüm. Meler ilk 20 dakikada 4 defa sarı kartını, bir kez de kırmızı kartını kullandı. Açıkçası, şimdiye kadar rastlanmayan “sıradışı” bir uygulamaydı bu… Fenerbahçe rahat başladı, rahat ve tek kale oynadı. İlk yarı 2-0 bitmesine rağmen, biri penaltıdan bu iki golün dışında “yarım” pozisyon bile üretemedi. Bu yarıda futbol adına tek güzellik, Valencia’nın “fantastik” ikinci golüydü. Fenerbahçe’nin tek kale ve rahat oyunu , ikinci yarıda kendini çok daha fazla hissettirdi. Öyle ki, Fenerbahçe, Samandıra’da antrenman maçı yapsa ancak bu kadar rahat oynardı. En ilginci; Fenerbahçe’nin girip, yaratıp kaçırdığı bir pozisyon olmadı. Birincisi penaltı, üçüncüsü...