Recep Tayyip Erdoğan'la “partili cumhurbaşkanlığı” dönemiyle
birlikte “herkesi kucaklayan tarafsız cumhurbaşkanlığı” da bitti.
CHP'yi yıpratma, etkisizleştirme çabalarına Cumhurbaşkanı doğrudan
karışacağı için zaten gerilimli olan siyasi ortamın daha da
gerileceğinin işaretleri şimdiden görülüyor.
Siyasetteki gelişmeleri, siyasetin içinde olanlar da anlayamaz hale
geldi. Siyaseti dizayn etme çabalarının yanı sıra “reform” adı
altında yargının tam anlamıyla kontrol altına alınma sürecine de
girildi. Yargıda “cemaatçi yapılanmayı temizleyeceğiz” adı altında
Atatürkçü, laik, çağdaş yargı mensuplarını etkisizleştirme planının
da uygulamaya konulacağı biliniyor. Yalnız yargıda değil diğer
bakanlıklarda da benzer çalışmalar yürütülüyor.
ÜLKEDE YAŞANAN SENDROM
İsveç'in başkenti Stockholm'da 1973 yılındaki banka soygunundan
sonra yaşananlara psikiyatr Bejerot “Stockholm Sendromu” adını
verdi. Banka soyguncusu ile banka çalışanları arasında kişilerin
ruhsal anlamda birbirini rehin alması gibi bir tablo gelişir ve
sonuçta banka çalışanları soyguncuyu korumaya karar verir.
Aleyhinde şahitlik yapmazlar, avukat ücretini aralarında toplayıp
soyguncuya yardımcı olmaya çalışırlar. Bu sendromun nedenleri
sürekli gergin ortam, izolasyon, çaresizlik…
Psikiyatrlar bu sendromu “İnsanın kendini zora sokan, üzen
koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri
görmemesi, ezenin yanında yer alması” olarak tarif ediyor. Şiddet
uygulayanın, baskı yapanın ilk hedefi kurbanı köleleştirmektir ve
bu amacına da kurbanın hayatının her alanında despotça bir denetim
kurarak ulaşır. Ancak salt boyun eğme onu nadiren tatmin eder,
suçlarını haklı göstermenin psikolojik ihtiyacı içindedir ve bunun
için de kurbanın onayına ihtiyaç duyar. Bu yüzden de durmaksızın
kurbanından saygı, minnet ve hatta sevgi göstermesini ister.
Saldırganın nihai hedefi gönüllü bir kurban yaratmaktır. Sonuçta
saldırganın yaptığı küçük iyilikler, kurbanın gözünde büyür,
zamanla kurban kendisini saldırganın yerine koyup onun gözünden
görmeye, yaptıklarına hak vermeye başlar.
Prof. Dr. Nusret Akyürek de “Bu sendromun tezahür alanlarından bir
tanesi de siyasi baskı ortamlarıdır. Tedavisi ise güvenliğin
tesisi, hayatla yeniden gerçekçi bağ kurulmasıdır” diyor.