BOLU Komando Tugayı’nın unutulmayan komutanlarından birisi de emekli Tümgeneral Yavuz Ertürk’tür. Onun askerlik anılarını dinleyince “Yok artık!” diyorsunuz. Hava harekatının önemini çok iyi biliyor. Sabit hedefler için uçaklar etkili ama bunun daha etkili ve sonuç alıcı olabilmesi için Yavuz Paşa, “Askerin ayak basmadığı, dolanmadığı yerde terörle mücadelede başarı kazanamayız” diyor.
1990’lı yıllarda askerlik hayatının 6-7 yılını dağlarda, mağaralarda terörist gibi yaşayan Mehmetçikler, subay ve astsubaylar vardı. 2000’li yılların başında “Terörün beli kırıldı” denildi ve bu askerler değer görmeyince emekliliği hak edenler silahlı kuvvetlerden ayrıldı.
BÜYÜK GRUPLAR HALİNDE
Güneydoğu’ya terörün azgın yıllarında sıkça gidiyordum. Çukurca’nın Çayırlı Köyü’nde 8 askerimiz şehit edilmişti. Bölgeye gazetecilerin girişi yasaktı. Hakkari-Çukurca yolunun Köprübaşı mevkiinde hareket halindeki bir minibüse, askere fark ettirmeden bindim. Birazdan nasıl olsa öğrenecekler diye Narlı Köyü’nde indim. Ana yoldan Çayırlı Köyü’ne gazeteci olarak gitmenin yasak olduğunu bildiğim için indiğim yerde bir katır kiraladım.
Çok iyi hatırlıyorum, Selim ile birlikte Çayırlı’ya gidecektik. O dağlardan, patika yollardan nasıl gittik bilmiyorum. Karakolun ışıklarını gördüğümüzde, arazinin mayınlı olacağını belirten Selim, katırın uzun ipini tuttu. Katır giderken biz de korka korka 8-10 metre gerisinden mümkün olduğunca onun bastığı yerlerden ilerlemeye çalışıyorduk. Mayın korkusu almıştı bizi. Selim, geri dönmek zorunda olduğunu söyledi. Ben dağ başında, mayınlı arazide kalmıştım.
“ELLER YUKARI” DENİLDİ!
Karakola doğru yürürken, asker “Dur” dedi. Zaten başka çarem yoktu. Ellerimi yukarı kaldırmamı istemişlerdi. Kaldırmıştım zaten. Üzerime silah doğrultulmuş vaziyette karakola doğru gittik. Komutan, yasak olmasına rağmen bir gazetecinin geldiğini öğrenince sanırım o gün bana yapmadık hakaret bırakmadı. Hemen oradan gitmemi istiyordu. “Ekmek istemiyorum, su istemiyorum, gecenin bu saatinde ben nasıl gideyim?” dediğimde, “Nasıl geldinse öyle git” diyordu.
Artık onun da yapacağı bir şey yoktu. Beni, “Korucubaşının evine götürmelerini” söyledi. İki asker beni Çayırlı köyü korucubaşının evine götürdü. Sağolsun yemek verdiler, yatak serdiler, sabah kahvaltı yapmadan da göndermediler. Ne iyi insanlardı onlar. Onca zorluğu çekmiş, ne yapıp edip karakolun da sabah fotoğraflarını çekmiştim. Onca çaba sadece iç sayfada küçük bir haber içindi...
Türkiye’nin ilk basılan karakolu Şemdinli’nin Samanlı karakoluydu. Foto muhabiri arkadaşım Ümit Turpçu ile birlikte bilmediğimiz o patika yollarda gide gide Samanlı karakolunu bulmuştuk. Yanmış-yakılmış karakolun önünde bayrağımız gönderdeydi.