Meselenin sadece 8-10 ağaç olmadığı çok geçmeden anlaşıldı
zaten.
Yakılıp yıkılan kamu binaları, zarar verilen banka şubeleri,
esnafın ekmek kapısı dükkanlarının yağmalanmasının başka nasıl bir
izahı olabilirdi ki?
O günlerde İzmir'de yaşayan ve gazetecilik yapan biri olarak;
Gündoğdu Meydanı'nda, Alsancak'ta, İkinci Kordon'da gözümüzün
önünde kaldırım taşlarını söken, söktüğü bu taşları hiç durmaksızın
elindeki kalkan ile kendisini korumaya çalışan polislere atan, her
nedense yüzleri maskeli kişilerin hep aynı insanlar olduğu daha
sonra ortaya çıktı. Kendilerine Taksim Platformu Üyeleri adını
veren sözde "masum Gezi'cilerin sözcüleri" dönemin Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç ile görüşmelerinde her ne hikmetse
ağızlarına "8-10 ağacı" hiç almadılar. "3. Köprü'nün, 3.
Havalimanı'nın, Kanal İstanbul'un yapılmamasını" şart koştular!
Özetle; baştan sona uluslararası belli odakların kurguladıkları
senaryoya, biraz çevre, biraz insan hakları, biraz özgürlük sosu
katarak sahnelenmesidir Gezi olayları. İstanbul'da, kırmızı
elbiseli kadın, belli bir senaryonun parçası olarak kullanılan
günahsız çocuklar ve bütün bunların faturası elbette tüm Türkiye'ye
ödetildi.