Bunu yaparken TBMM Darbe Komisyonu tutanaklarından yola çıktım.
Giriştiğim bu egzersizin şu yararı oldu: Gülen cemaatinin devleti ele geçirme noktasına gelebilecek ölçüdeki büyümesini nasıl gerçekleştirdiği meselesini bugünkü veriler üzerinden -geriye dönük bir şekilde- gözden geçirebildim. Karşıma çıkan sonuçları, dizinin bugünkü son yazısında ana başlıklar halinde özetlemek istiyorum.
CEMAATE HAREKET SERBESTİSİ TANINDI
15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar uzanan süreçle ilgili yapabileceğimiz ilk tespit, AK Parti iktidarının, Gülen cemaatinin gerçek niyetleri ve yaratabileceği tehlikeler konusunda devletin muhtelif birimleri tarafından yapılan uyarıları yaklaşık 10 yıl boyunca neredeyse hiç önemsememiş olmasıdır. Bu çerçevede 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu’nda cemaate karşı bir ‘eylem planı’ hazırlanması yolunda alınan tavsiye kararının uygulanmamış olması özellikle vurgulanmalıdır.
Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e göre, “İfade edilen çeşitli saiklere rağmen, 2004 MGK kararının, siyasi ve hukuki yönlerden zamanın iktidarınca tedbirler yönünden değerlendirilmeyişi, Gülen Hareketi’nin sadece silahlı kuvvetler bünyesinde değil, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve kurumlarını işgal etme sürecine ivme kazandırmıştır.”
Buradaki çok önemli bir kırılma noktası, 2010 yılında Gülen cemaatinin “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nde bir tehdit olmaktan tümüyle çıkartılmasıdır. Bu karardan sonra en azından 2015 sonuna kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde hiçbir Gülenci subay ya da astsubay hakkında işlem yapılmamıştır. AK Parti iktidarının 2010’daki bu stratejik kararı Gülen cemaatine muazzam bir hareket serbestisi tanımıştır.