16 Nisan tarihinde sandıktan -ister evet, ister hayır- hangi
sonuç çıkarsa çıksın, bu referandumun net kaybedeninin
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri olacağı tartışma götürmez.
Önce birinci şıktan, yani sandıktan “evet” çıkması olasılığından
başlayalım. AB, referandum sürecindeki tutumunu kurumsal bir
şekilde Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun Anayasa değişikliği
ile ilgili hazırladığı eleştirel rapora bağlamış bulunuyor.
Geçen hafta AB’nin iki üst düzey temsilcisi, Avrupa Birliği
Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica
Mogherini ve Avrupa Komisyonu’nun Genişleme Komiseri Johannes Hahn,
yaptıkları ortak bir açıklamayla bu rapora açık bir destek
verdiler. Açıklamanın en çarpıcı bölümü şu paragraftı:
“Venedik Komisyonu’nun önerilen anayasa değişiklikleriyle ilgili
değerlendirmeleri, gereken denge ve denetleme mekanizması ve
yargının bağımsızlığı üzerinde olumsuz etki yaratmak suretiyle
yetkilerin fazlasıyla tek bir makamda toplanmasına ilişkin ciddi
endişelere işaret etmektedir. Ayrıca anayasa değişikliği sürecinin
olağanüstü hal altında gerçekleşiyor olması da endişe
vericidir.”
Referandumdan “evet” çıkması halinde, AB, Venedik Komisyonu’nun söz
konusu eleştirel analizi ışığında Anayasa değişikliklerinin tam
üyelik müzakerelerinin zeminini oluşturan Kopenhag siyasi
kriterlerine uygunluğunu değerlendirecektir. Bunun olumsuz bir
değerlendirme olacağını tahmin edebiliriz.
Referandum sürecinde AB hükümetlerinin önemli bir bölümüyle de
ilişkiler ikili düzeyde büyük hasar almış bulunuyor. Gerçi AB
içinde İtalya, İngiltere gibi mutedil bir çizgide duran ülkeler yok
değil ama yaşanan krizler, cereyan eden polemikler Almanya ve
Hollanda başta olmak üzere bir dizi ülkeyle ilişkilerin üzerine
taşınması hayli ağır bir yük koymuştur.