Örneğin bu dava ekseninde, İran’ın, ABD’nin kendisine karşı uyguladığı bir ambargoyu komşu Türkiye’de kurabildiği bir mekanizma üzerinden nasıl baypas edebildiğini, bir devlet olarak kendi çıkarlarını gözetmekte ne kadar mahir olduğunu görüyoruz.
Bir diğer düzlemde, bu mekanizma kurulurken Türkiye’deki sistemin ne kadar istismara ve yolsuzluğa açık olduğunu ve Reza Zarrab gibi bir sahtekârın kısa zamanda ve kolaylıkla muteber şahsiyet statüsüne terfi edebilip, bu “açıklığı” nasıl kullanabildiğini izliyoruz.
Başka bir kesitte beliren görüntüde çok daha problemli bir durum var. O da, bir rüşvet çarkının bütün çıplaklığıyla gün ışığına çıkmış olmasına ve bu çarkın bünye içinde yayılma istidadı gösteren çürük bir dokunun varlığını göstermesine karşılık, bu teşhis karşısında sergilenen kayıtsızlıktır.
*
ABD’nin tek taraflı uyguladığı bir ambargo mutlak bağlayıcılığı olan, harfiyen uygulanması gereken bir buyruk gibi görülemez. Türkiye, her zaman ABD ile olan müttefiklik ilişkisi ile İran’la olan komşuluk ilişkisinin gerekleri arasında bir denge bulmak durumundadır.
Gelgelelim, ülke çıkarlarının dayatabileceği bir gereklilik, birtakım siyasilerin, kamu görevlilerinin rüşvet çarkı işleterek haksız yoldan zenginleşmeleri, köşeyi dönmeleri için bir fırsat olarak kullanılamaz.