Konuşmasının ilgili bölümüne baktığımızda, “Kültür ve sanatı kendi tekelinde gören bir kesim”e dönük tepkili, kızgın bir bakışın kendisini dışa vurduğunu görüyoruz. Erdoğan, “Cumhuriyet’in kuruluşundaki muasırlaşma tercihinin altının doldurulamadığını”, “Türkiye’nin taklit seviyesinin bile gerisinde bir kültür üretimine mahkûm edildiğini” söylüyor.
Cumhurbaşkanı, şöyle konuşuyor: “Ağızlarını her açtıklarında muasırlıktan, Batılılıktan Avrupalılıktan, modernlikten, çağdaşlıktan söz edenlere sorun bakalım, dünya çapında hangi eserleri ortaya koyabilmişler? Örneğin, dünya çapında bir opera, pop sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi? Nasıl dünya çapında kabul gören bir otomobil, uçak, bilgisayar, telefon işletim sistemi ortaya çıkartamamışsak, kültür ve sanat alanında aynı başarısızlığı ne yazık ki yaşadık. Çünkü bu ortam, iklim, zihniyet meselesidir. İklim çorak olunca bir taraf kavrulurken diğer taraf yeşermiyor.”
*
Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasıyla Cumhuriyet döneminde kültür ve sanat alanında ortaya konan eserlerin, elde edilen kazanımların ve bu katma değeri yaratan insanların haklarının teslim edilmediğini düşünüyorum.
Eğer dünya çapında başarılardan söz edeceksek, dünyanın en önemli opera mekânlarında sahneye çıkmış, La Scala’nın kadrosuna katılmış bir Leyla Gencer’i yok mu sayacağız?
İdil Biret’in, Güher ve Sühel Pekinel kardeşlerin uluslararası alandaki başarılarını anmamak olur mu? Her hafta dünyanın ayrı bir kentinde sahneye çıkan Fazıl Say’ı artık bir uluslararası müzik insanı olarak kabul etmeyecek miyiz?