GALİBA İdlib muammasının püf noktası yine Astana Mutabakatı’nın içinde yatıyor.
Tam şurada: Mutabakat, (A) terörist kimliğe sahip örgütlerin
üzerine gidilmesine, bunların hedef yapılmasına cevaz verirken
diğer taraftan (B) ateşkes rejimine katılmak isteyen muhalif
gruplara da kapıyı açık tutuyor.
Astana sürecinin garantörü olan Türkiye, Rusya ve İran üçlüsü bu
mutabakat çerçevesinde “Ateşkesin dışında kalmış olan grupların
ateşkes rejimine katılmalarını sağlamak için çabalara “devam etme
taahhüdü” altında.
Bir başka anlatımla İdlib’de terörist kategorisinde olmayan cihatçı
bir grubun ateşkes rejimine katılma iradesini belirtmesi halinde
Astana sisteminin bu irade beyanını elinin tersiyle itmesi söz
konusu değil.
Bu saptamayı yaptıktan sonra geçen perşembe günkü “Suriyeli
cihatçılar yeni komşularımız oldu” başlıklı yazımızda ayrıntılı bir
envanterini verdiğimiz İdlib’deki silahlı muhalif örgütlerin
durumuna Astana kriterleri çerçevesinde yeniden bakmamız gerekiyor.
Birinci grupta terörist sınıflandırmasının dışında kalan, bir
bölümünü Türkiye’nin de doğrudan desteklediği örgütlerin
oluşturduğu büyük bir ittifak var. Bu grupların ateşkese dahil
olması Astana’nın ruhu ve lafzı açısından pek sıkıntılı
görünmüyor.
İkinci grupta ise doğrudan terörist kimliği taşıyan ve bu çerçevede
Astana rejiminin dışında kalan IŞİD ve El Kaide uzantısı HTŞ gibi
örgütler bulunuyor. Burada ciddi sıkıntı var.
Karşımızdaki temel güçlük ‘terörist’ statüsünü taşıyan HTŞ’nin
İdlib’de sahadaki en etkili aktörlerden biri olmasıdır. Alevlenme
eğilimi taşıyan İdlib krizinin bir çözüm çerçevesine sokulabilmesi,
HTŞ sorunu bir...