AB’nin 1999 sonundaki Helsinki zirvesinde Türkiye’ye tam üye adaylığı statüsünü vermesinde dönemin Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder ve Britanya Başbakanı Tony Blair ile birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın oynadığı rolü teslim etmek gerekir.
Chirac’ın kendi kamuoyunda puan kaybetme pahasına Türkiye’yi desteklemesi, onun bir Fransız devlet adamı olarak sahip olduğu Avrupa vizyonunun bir parçasıydı. Keza, daha sonraki süreçte yaşanan bir dizi krizin ardından Türkiye ile AB arasındaki tam üyelik müzakerelerinin 2005 yılında resmen başlatılmasında Chirac’ın yine olumlu bir rol oynadığını hatırlamalıyız.
Türkiye’nin tam üyelik müzakere sürecindeki ivmenin kaybedilmesinde Almanya’da 2005’te Schröder’in yerine gelen Angela Merkel’in adım adım frene basması kadar 2007’de Chirac’ın halefi olarak işbaşı yapan Nicolas Sarkozy’nin Türkiye’nin üyeliğine kategorik bir şekilde karşı çıkması ve açıktan engelleyici bir tutum alması önemli faktörler olmuştur.
Sarkozy’den 2012’de görevi devralan François Hollande’ın icraatının geneline hâkim olan zayıf çizgi Türkiye dosyası konusunda da bir istisna olmamıştır.
Paris cephesindeki bu denklem geçen mayıs ayında cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Emmanuel Macron’la birlikte değişmiştir.
*