Oysa bugün NATO’nun, küresel düzlemdeki çıkarlarının yanı sıra Türkiye’nin kimliği, doğrultusu, nereye gitmek istediği soruları açısından yaşamsal bir işlevi var.
*
İşlev meselesine girmeden önce şu saptamayı yapmalıyız. Sürmekte olan tartışmada NATO’ya sıkça geçmişin şablonları üzerinden bakılıyor. Oysa Soğuk Savaş döneminin koşulları içinde şekillenmiş olan bu şablonlar, hem 2017 yılının karmaşık küresel realitelerini izah etmekte yetersiz kalıyor, hem de NATO’nun geçen 30 yıla yakın süre içinde geçirdiği dönüşümü dikkate almıyor.
NATO’nun Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından belirsizliklerle dolu bir öngörülmezlik ortamında yepyeni bir kimlik ve misyon kazanmakta olduğunu vurgulamalıyız. Üstelik, bu halen evrim içinde olan ucu açık bir süreç.
Öncelikle, ittifakın Berlin Duvarı’nın yıkılışı öncesinde 16 olan üye sayısı bugün 29’a çıkmış durumda. Geçmişte NATO’ya karşı Varşova Paktı çatısı altında kümelenmiş olan Doğu Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu bugün NATO üyesi olarak ittifakın ABD’nin askeri güvencesini kapsayan güvenlik şemsiyesi altında bulunuyor.
Avrupa haritasına baktığımızda, Avusturya, İsviçre ve ayrıca Sırbistan, Makedonya, Bosna ve Kosova’dan oluşan Balkan kümesi ile Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova hariç tutulduğunda, Kıta Avrupası neredeyse bugün bir bütün olarak NATO coğrafyası içinde yer alıyor.