15 Temmuz darbe girişimi bir gerçeği ortaya çıkardı. Dönemlerinde kendi devrelerinin ilk sıralarında olan, master yapmış, yurtdışında bulunmuş, amirallik bekleyen denizci kurmay albayların Balyoz ve Askeri Casusluk gibi kurmaca davalarla önlerinin kesilmesi, 15 Temmuz darbe girişiminde yer alan amirallerin önünü açmış.
2010 yazının önemli bir bölümünü birinci Balyoz iddianamesini ve
eklerini inceleyerek geçirdim. İlk etapta kesintisiz 30 kadar yazı
yazdım. Balyoz davası her ne kadar Birinci Ordu Komutanlığı
bünyesinde yapılan bir plan seminerini, yani karacıların bir
faaliyetini konu alıyor görünse de, 194 sanık arasında çok sayıda
denizci subayın olması garibime gitmişti.
Daha ilginci, sanıklar arasında 22 amiralin yanı sıra yine Deniz
Kuvvetleri’nden çok sayıda kurmay albayın bulunmasıydı. Bunların
önemli bir bölümü amiralliğe terfi sırası gelmiş ya da gelmekte
olan subaylardı. Ek klasörlerde bu kurmay subayların personel
dosyalarını incelediğimde şu gerçekle karşılaştım: Denizci
sanıkların çoğu kendi devrelerinin ilk sıralarında olan, master
yapmış, yurtdışında bulunmuş, bazıları kendi devrelerinin de önüne
geçmiş parlak subaylardı.
KANITLADILAR AMA İKNA EDEMEDİLER
Bu subaylar Balyoz darbe planında görev almakla suçlanıyorlardı.
Bir bölümü, darbede görevlendirilmeyi kabul ettikleri ileri sürülen
tarihlerde yurtdışında olduklarını kanıtladıkları halde savcıları
ikna edememişlerdi. Daha önemlisi, aleyhlerindeki delillerin
sahteliğini matematik kesinlik içinde kanıtladıkları halde
savcılar, sonra hakimler ve daha sonra Yargıtay bu gerçekleri
hiçbir şekilde dikkate almadı.
2010 yazı sonunda “Bu dava Kara Kuvvetleri’nden çok Deniz
Kuvvetleri’ni hedef alıyor” kanaatine varmıştım. Bu kadar parlak
subayın sahteliği tartışma götürmeyen düzmece delillerle
‘biçilmesi’ çok büyük bir hukuksuzluktu, açıkça zulümdü.