DÜNKÜ yazımda ABD’de dış politika ve strateji alanlarında uzman kanaat önderlerinin son dönemde Türkiye’ye atfettikleri önemin özellikle Rusya ve İran’ın Ortadoğu’da frenlenmesi bağlamında vurgulandığına dikkat çekmiştim.
İran’ın nüfuzunun dizginlenmesinin, öncelik ve önem derecesi olarak Washington’ın gözünde Rusya’nın da önüne geçtiğini söylemek mümkün.
Aslında ABD’deki kanaat önderleri arasında bu konuda tartışılan görüşler Washington’daki karar vericilerin bakışından temel bir farklılık göstermiyor. ABD Başkanı Donald Trump tarafından Dışişleri Bakanlığı görevinden alınan Rex Tillerson da ABD’nin Suriye’den çıkmayacağını açıkladığı ünlü Stanford Üniversitesi konuşmasında, bu kararı -İran’ın, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a ve Akdeniz’e uzanan bir kuzey hattı oluşturma stratejisini önleme- hedefiyle gerekçelendirmişti.
ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı YPG ile kurduğu ittifakın gerisindeki saiklerden biri de İran’ın Suriye’deki nüfuzunun çevrelenmesidir.
*
Buradan projektörlerimizi Başkan Trump’ın, yönetimin üst kademesinde yaptığı son majör değişikliklerin ABD’nin İran politikasına dönük etkisine çevirebiliriz. Trump’ın ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğunda Rex Tillerson’ın yerine Michael Pompeo’yu , Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’nda ise Korgeneral H.R. McMaster’ın yerine John Bolton’u getirmesi, İran meselesini Türkiye açısından daha da kritik bir konuma getirmiş bulunuyor.
Bunun nedeni gerek Pompeo gerek Bolton’un İran konusunda son derece katı, sertlik yanlısı görüşlere sahip olmasıdır. Her ikisi de Başkan Barack Obama döneminde İran’la imzalanan nükleer anlaşmanın iptalini hararetle savunan isimler. Örneğin Pompeo, 2016 yılında Dışişleri’nden önceki görevi CIA Başkanlığı’na atanacağının belli olmasından sonra İran’la yapılan nükleer anlaşma hakkında “Dünyanın bir numaralı terörizm destekçisi ülkeyle yapılan bu anlaşmanın iptal edilmesini sabırsızlıkla bekliyorum” şeklinde tweet mesajı atmış bir siyasi şahsiyet. Bolton’a gelince, o zaten İran’ın nükleer tesislerinin bombalanmasını savunuyor.