Onu ilk defa 1980’li yılların sonlarında tanıdım. 1987 veya 1988 olabilir tahminimce. Sultanahmet’teki dini kitaplar fuarında karşılaşıp tanışmıştık. O zaman saçlarını ortadan ikiye ayırıyor, kendisine gizemli bir hava veriyordu.
Kaderin cilvesi bir iki yıl sonra cezaevine atıldı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen raporla işlediği iddia edilen suç eylemi sırasında rahatsız olduğu kabul edilerek muhafaza ve tedavi için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gönderildi. O zaman Bakırköy’de psikiyatri uzmanı idim ve adli servisler bana bağlıydı. Başhekimlik Adnan’ı hastanenin iç bahçesindeki 14. Servise aktardı, yani sorumlusu olduğum ve hekimliğini yaptığım bölüme. Çoğu cinayet, yaralama, tecavüz gibi suçlarla yatan ağır akıl hastalarının olduğu adli psikiyatri servisiydi burası.
Kendisine orada özen gösterdiğimi söyleyebilirim. Özel bir oda verdim. İbadetinde bir Müslüman havasındaydı. Yalnız insanı rahatsız eden bir hususu vardı: Mehdilik denince iliklerine kadar gevşiyor, kendisinin bazı kaynaklarda, ahir zamanda zuhur edeceği söylenen mehdi olduğuna inandığını her haliyle belli ediyordu.
Böyle kalsa sorun yoktu. Ancak yıllar içinde İslamiyet’i kendine göre yorumladığı, işine gelmeyen konularda yeni fikirler ortaya attığı görüldü. Çünkü kendisinin bütün dünyaya adalet ve bolluk, bereket getirecek olan beklenen zat yani mehdi olduğuna, Rabbimiz tarafından korunduğuna, kendiliğinden (vehbi) ilim sahibi olduğuna iman etmişti. Taraftarlarını da bu görüşe inandırıyordu.
O zaman ona göre Atatürk deccaldı, sonra hızlı Atatürkçü kesildi.