Şiddet, “Meseleleri uzlaşma yoluyla değil kaba kuvvet kullanarak halletmeye çalışma ve bunun için kullanılan kaba kuvvet” olarak tanımlanmaktadır. Hayatın stresi, mutsuzluk, maddi ve manevi sıkıntılar, haksız tahrik, öfke, bağımlılıklar (alkol-uyuşturucu-kumar) şiddeti artırmaktadır. Psikolojik, biyolojik ve sosyolojik olumsuz etkenler bireyleri şiddete eğilimli hale getirmektedir. Kamu gücü ve cezalandırma son çaredir. Asıl olan şiddeti doğuran sebepleri ortadan kaldırmaktır.
Feminist ideolojinin cinsiyetçi tanımlamaları şiddeti körüklemektedir. Her haksız fiilde “ERKEK ŞİDDETİ/CİNAYETİ” yargısı ve genellemesi sınıfsal bir çatışmayı çağrıştırıyor. Suçların şahsiliği ilkesine aykırı değerlendirmeler, maddi gerçekliği anlaşılmadan yapılan ve masumiyet karinesini yok sayan yorumlar, toplumda kin ve düşmanlığı tahrik etmektedir. Adil ve doğru yargılamanın yerini linç kültürü almaktadır.
Feminist önderlerin üstün gayretleri ile çıkarttıklarını iddia ettikleri güncel yasalarda; ailede ve/veya kadına yönelik şiddette, uzlaşma ve arabuluculuk hükümlerinin yasaklanması, delil ve belge aranmaksızın tedbir, uzaklaştırma (sürgün) ve tazyik hapsi kararları verilmesi, kadının beyanının esas alınması çatışmaların sürmesine ve artmasına neden olmaktadır. Ceza yargılamalarında son düzenlemelerle hırsızlık, kasten yaralama, dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma vd. gibi suçlar uzlaşma kapsamına alınmıştır. Bu kapsamda uzlaşma hükümlerinin uygulanması olumlu sonuçlar vermiştir. Hâlbuki hemen kolluk güçlerinin devreye girmesi yerine esas yapılması gereken; ailede, eşler arasında öncelikle uzlaşmanın sağlanmasıdır. Uzlaşma veya arabuluculuk yerine kişilerin özel alanına, ailenin içine kamu gücünün ve yargının bu denli girmesi doğru olmamıştır.
Şikâyette, kadının beyanının esas alınmasına rağmen aynı kadına şikâyetten vazgeçme hakkı tanımamak da adalet duygusunu zedelemektedir. Kadının ikinci bir mağduriyet ve acı çekmesine neden olmaktadır.
Yaşanmış bir olayı davanın hâkiminden dinleyelim: “Erkek eşine karşı basit yaralama suçunu işlemişti. Adamı yasaların gerektirdiği şekilde tutukladık. Kadın günlerce adliye koridorlarında çaresizlik içinde dolaştı. Sonunda odama geldi ve ‘Hâkim bey, ben kocamla barışmak istiyorum. Şikâyetimden vazgeçtim. Çocuklarımız evde bakımsız, aç ve muhtaçlar. Eşim işini, gelirini kaybetti. Bize kim bakacak, yardım edecek’deyince dondum kalakaldım. Nasıl anlatabilirdim ki? ‘Aynı suç (tabii yapan eşiniz olmasaydı) uzlaşma kapsamında olurdu ve şikâyetten vazgeçebilirdiniz. Ancak siz evli olduğunuz için maalesef bu haktan mahrumsunuz’ da diyemedim”.