Karşımdaki kişi 50 yaşlarında iri yarı bir erkek hastamızdı. Başı öne eğik, ağlamaklı ve sıkıntılıydı. Kendisini bitmiş, tükenmiş ve halsiz hissediyordu. İçinden bir şey yapmak gelmiyor, ağır bir yorgunluk çekiyordu. Çabuk sinirleniyor, eşine ve çocuklarına eziyet ediyordu. Sonradan pişmanlık duyuyor ama bu kötü huyundan da vazgeçemiyordu. Onların da psikolojileri bozulmuştu.
Muhammed Hoca, Türki cumhuriyetlerinden birinden Türkiye’ye yıllar önce ailesi ile gelmiş, İslami ilimlerde yetişmek istemişti. Orada cami imamıydı. Evli ve dört çocuk babasıydı.
Yıllarca ülkemizde kalmış; bu arada hafızlığını, Arapçasını ilerletmişti. Ayrıca tabii ki hocalığıyla ilgili çeşitli bilginlerden dersler almıştı.
İyice yetiştiğine kanaat getirince kurs heyeti toplanmış ve ona güzel haberi tebliğ etmişlerdi:
“Artık yeterli seviyeye geldin. Kendi ülkende sana çok ihtiyaç var, oraya git ve öğrendiklerini orada öğret. Gençler temel bilgileri bile bilmiyor ve öğrenecekleri bir yer de...