Mevsim sonbahar olsa da, üşümekten, yorulmaktan, yıpranmaktan değil, duru nehirler gibi arıtan, omuzlarımızdan aşağı dökülen örtülerimiz var artık. Bizi ısıtan, bizi yeni aydınlık bir dünyaya takva örtüleri sıcaklığında saran esvaplarımız. Ama işte şair İsmet Özel diyor ya “Yürek elbet acıyor esvap değiştirirken.” Acıyan yüreğimize, açılmış derin yaralarımıza o zaman ayetlerin şifalı hallerini sarıyoruz.
Şimdi Süleymaniye’nin, kırmızı yeşil kadim halılarında, denizin yansıdığı rengârenk vitraylarında ayaklarımız tökezlese de bakir bir huzur iklimine doğru yürüyoruz. Uçuşan martıların çığlıklarına karışan çırpınışlarımızla artık her şeyi terk ediyoruz... Ara ara uğradığımız kafeleri terk ediyoruz, dost meclislerini terk ediyoruz, Hergele Meydanı’nın dumanlı iklimini terk ediyoruz, kızlı erkekli tüm toplantıları, yat gezilerini, çayları, partileri, Yümni’nin eşsiz pastalarını, bayat, ekşimiş limonatalarını terk ediyoruz…
Şimdi yüreğimizde geçmişten kalma derin bir boşluk, ayaklarımızda anlayamadığımız bir yorgunluk... Buradayız işte tam da burada; Beyazıt Meydanı’ndan geçerek, asırlık taşlara basarak yüreğimizde anlaşılmaz telaşlarla Beyazıt Camii’nin tam önündeyiz... Şimdi Beyaz Saray’ın bodrum katına doğru inen merdivenlerinden sanki gökyüzüne doğru tırmanıyor, aldığımız kitaplar, dinlediğimiz kasetlerle hiç bilmediğimiz bir dirilişin eşiğine yolcu oluyoruz.
Ara ara Edebiyat Fakültesi’ne gidiyorum. Tarihten Zekiye, Edebiyat’ tan Meryem beni karşılıyorlar. Edebiyat Fakültesi’nin koridorlarında öyle bir yürüyüşleri var ki; nasıl anlatsam bilmiyorum. Zekiye’nin örtüsünün altında La İlahe İllallah yazan yeşil bir bandana var. Bu bandanayı takarak Taksimdeki, Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki ve Beyazıt Meydanındaki mitinglere gidiyor Zekiye. Ve her yere yetişiyor. Her yerde yumruğu havada. Bir bakmışsın Yıldız Teknik’teki eylemlerde, bir bakmışsın Beyazıt Meydanında atom karınca gibi her yere yetişiyor Zekiye. Artık Zekiye dediğimizde kimse bir şey anlamıyor ama biz “La İlahe İllallah Zekiye” dediğimizde herkes bizim direnişçi Zekiye’den bahsettiğimizi anlıyor. Ara ara Edebiyat Fakültesi’ne gidiyorum. Tarihten Zekiye, Edebiyat’ tan Meryem beni karşılıyorlar. Edebiyat Fakültesi’nin koridorlarında öyle bir yürüyüşleri var ki; nasıl anlatsam bilmiyorum. Zekiye’nin örtüsünün altında La İlahe İllallah yazan yeşil bir bandana var. Bu bandanayı takarak Taksimdeki, Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki ve Beyazıt Meydanındaki mitinglere gidiyor Zekiye. Ve her yere yetişiyor. Her yerde yumruğu havada. Bir bakmışsın Yıldız Teknik’teki eylemlerde, bir bakmışsın Beyazıt Meydanında atom karınca gibi her yere yetişiyor Zekiye. Artık Zekiye dediğimizde kimse bir şey anlamıyor ama biz “La İlahe İllallah Zekiye” dediğimizde herkes bizim direnişçi Zekiye’den bahsettiğimizi anlıyor.
Zekiye bana kitaplar getiriyor. Eylemci ama her şeyin farkında, entelektüel okumalar yapıyor. İlk o mu vermişti bana Cihan Abla’nın hikâyelerini, yoksa Basın Yayın grubundaki arkadaşlarım mı, bunu hatırlayamıyorum. Her hafta Ensar Vakfı’nın rüzgârdan sarsılan camlarının dibinde kitaplar okuyoruz. Yeniden yeniden inşa oluyoruz, yıkıntılarımızdan yeniden doğuyor, diriliyor, birbirimize sımsıkı sarılıyoruz.