Baharla birlikte damarlarımıza yeni dirilişler yürür. Bu diriliş soluğu derinden dokunuşlarla ayrı ayrı perdeler açar ruh iklimlerimize.
Gitmek isteriz… Uzaklara, dağ burçlarına, kır çiçeklerine, uçsuz bucaksız ovalara... Rengârenk eleğimsağmalarla ıslanmak isteriz hep. Dağ havası yüklenmiş esintiler yalayıp geçer yüzümüzü. Bahar yorgun düşlerimize tercüman olur. Dizde derman, gönülde ferman olmasa da gitmek isteriz hep...
Tam da baharın diriliş yüklü soluğuna teslim olduğumuzda, Hızır uğrar rüyalarımıza. Hızır’ın soluğu en çok bahara yakışır. Bilginin hamallığı zihni kirliliklerle, ağır bir yük olduğunda gelir Hızır. Yaşadığımız tekdüze hayatın merdivenlerinde yorgun soluklanmalarla dinlenmeye durduğumuzda, olayların görünen yüzlerinden manalar arama telaşına düştüğümüzde, Hızır gelir.
Yola çıkan Peygamber’in elinde, tüm sihirleri yutabilecek güçte bir asa vardı. Par par yanan bey az bir eli vardı. İlahi olanı anlatan, sağlam bilgi kaynakları olarak levhalar vardı. Hikmete, hakikate, bilgeliğe susamış bir yüreği vardı sonra…
“Hani (gezginlik günlerinde) Musa yardımcısına: İki denizin birleştiği yere kadar yoluma devam edeceğim’ demişti, (bu yolda) yıllar harcamam gerekse bile!” (Kehf, 60)