Biz hep inandık…
Ebabillere inandık. Fil ordularını yenenlere, teslim olmayanlara inandık…
Sonra teslimiyetin derin soluğuyla yalvardık Rabbimize Kudüs’ün Mescidi Aksa’nın yetimleri için.
Değil mi ki yetimlerin sahibi Rabbimdir, Kudüs’ün sahibi Rabbimdir…
İbrahim Peygamber, tek başına ümmetti biz O’na inandık. Nemrut’un ateşine yürüyen kavi imanının gücüne inandık. Biz İbrahim Peygamber’in çöllerde döne döne yaptığı duaların gücüne inandık. Çaresiz kaldığı anda, Rabbine dönüp yalvarmasına, gözyaşlarına, teslimiyetine ve ateşleri gül eyleyen o eşsiz imanına inandık. İbrahim Peygamber’in narı nur eyleyen eşsiz teslimiyetine bizler de teslim olduk hayret makamında.
Biz Musa Peygamber’in derinden sessiz ırmaklar gibi akan sırlı imanına, sabrına, tevekkülüne, Firavun karşısındaki mert ve cesur duruşuna inandık. Koynundan çıkarttığı par par yanan beyaz eline, dünyanın tüm sahte sihirlerini yutan asasına, yanan topuklarına, yalnız yüreğine, Tur Dağı’ndaki kırgın, incinmiş o denli de yürekten dualarına inandık.