İliklerimize kadar üşüdüğümüz günlerdeyiz. Şehadet ayının iklimi, üşüyen bedenimize inat yüreğimizi sıcak, temiz, sürur ve esenlik taşıyan cennet soluklu anlara taşır gibi. Avuçlarımıza dökülüyor şehitler bir bir yıldızlar gibi. Yanan avuçlarımızla, yanan yüreğimizle, menzillere, sınır tellerine, vurulan güvercinlere, kırılan zeytin dallarına, acının ve hüznün kuşattığı mahzun coğrafyamızda yetimlerin üşüyen, titreyen avuçlarına sığınmak istiyoruz. Mahzunuz, boynu bükük ve çaresiz çocukların kırgın tebessümlerini yüklenmişiz.
Şehadet mevsiminin ilk yıldızı avuçlarımızı yakıyor. Gelmiş geçmiş en büyük şehadet erlerinden bir er. Bembeyaz karları melekler arştan arza taşırken usul usul; gözlerimize iniyor yağmurlar güzel yürekli şehit dedemizi andığımızda. İskilip’in soğuk ve tenha sokaklarından gelen, yüreği direnmenin bereket sağanağını taşımış nice gönüllere. İskilipli Atıf Hoca; topraklarımızın, insanımızın kültürel ve manevi kıyımının bir nişane gibi en büyük şahidi olan kutlu dedemiz. Aksakallarına nurlar yağmış, yüzünde acının ve direnmenin yorgun hüznü. Ama o denli de muhkem ve direniş yüklü siması ile geceleri rüyalarında Efendimize yürüyen cesur şehit. Rüyalarında müjdelere nail olmuş kutlu şehit. Sana selam olsun.
Herkes sıcak gündemlerle meşgul. Bir bir dökülüyor yıldızlar avuçlarımıza oysa. Yanıyor avuçlarımız, kor yangını sevdalar çörekleniyor uzaklardan gelmiş… “Gerçek köleler; boyunduruk zincirlerini kafalarında değil, benliklerinde duyanlardır” diyen Seyyid Kutub, Mısır’ın karanlık ve soğuk zindanlarında boyunduruk altına girmeyen özgür ve direniş yüklü nidasıyla sesleniyor. Çaresizlik içinde kıvranan milletine meşale gibi ayetleri taşırken, Medrese-i Yusufîyye’ye çeviriyor zindanı. Şehadete teslim olurken, İslam olmanın, vahdeti kuşanmanın, hareket zamanının geldiğini duyurmanın destanını yazıyor. Selam olsun kutlu şehide.
Fatih Camii’nin taşları şahittir. Asırlık çınarları, yolları, kabristanlıkları şahittir. Bir yiğit, körpe bir delikanlı; yüreği ılık, soğuk rüzgârlarda elleri ceplerinde, öylece yürümüş pusu üstüne. Uyanış günlerinin taze haberlerini taşırken genç kardeşlerine, dost bildiği kurşunlarla taşınmış taze bedeni şehadet iklimine. Molla Sadrettin’in can parçası, rahmetli Süreyya Ablamızın can kuzusu kayıyor avuçlarımıza; yüreğimiz yangın yeri. Selam olsun körpe şehit Metin Yüksel’e…
Harlem sokaklarının çılgın delikanlısı, kızıl saçlarında rüzgârlar esiyor. Bataklığın en dibine vuruyor yüreği, kırgın düşleri. Hidayet, olmadık zamanlarda, olmadık mevsimlerde sarar kuşatır ya. İşte öyle hidayet sularının arıtan ırmaklarında yıkanıyor asi, delikanlı, dik duruşlu, kavi imanlı şehit. Önceleri yanlış adreslerden geçiyor yolu, hidayeti ararken. Hac mevsiminde, tevhidi yaşıyor, kardeşliği yaşıyor. Vahdeti kuşanıyor. Siyah ve beyaz derilinin kardeş olduğunu anladığında, gemileri yakıyor ve sahte peygamberlerin karşısına dimdik duruyor. Şubat soğuğunda, yavrularının körpe yanaklarını son kere öptüğünde, ordu gibi insanları tek parmağıyla hizaya getirdiğinde, doğruları tevhidî seslenişle haykırdığında geliyor şehadet. Malcolm X, haccın arınmışlığında yürüyor şehadete… Selam olsun ey şehit!