Kurtuluşa, duaya, sabra, şekvaya, yeniden dirilişe taşıyan bir bayrama daha ulaştık. Mübarek Ramazan Bayramı, yetimlerin, yoksulların, evsizlerin, aşsızların sofrasını şenlendirip bereketlendirdi.
Bayram, cennet esintili gelip kondu en tenhamıza. Savaşların, yıkımların, ayrılıkların olduğu demlerde yine güldürdü yetim yüzleri, garip, yoksul evleri. Yollara düşüldü, dağlar, ovalar, kıraç düzlükler aşıldı. Baba ocağı şenlendi. Yüzünde yorgun ve yılgın yılların izleri, nasırlı avuçları toprak kokan, beyazlamış saçı sakalıyla beli bükülmüş babaların, anaların kapısı çalındı.
Sıla-i Rahim'i bir ibadet şuuruyla hissedenler, yaylaların, tenha kasabaların, Anadolu'nun asırlık şehirlerinin yolunu tuttu. Bir sevda, bir aşk gibi yollara revan olan yolcular, saatler süren beklemelere duaları şifa ederek düştüler yollara. Anadolu'nun serin yaylalarının burcu burcu kokusu üzerine sinmiş yaşmaklı anaların, yüzleri, gözleri sevinçten parlayan babaların, dedelerin elleri öpülsün diye yollara düşüldü. Yumul yumul torunlar koklansın, kucaklansın, evlat meyvesi öylece bağra basılsın diye yollara düşüldü. Bayramlar; buluşmaktır, bilişmektir. Bayramlar; aşktır, özlemdir. Nice kederli, çileli çehreleri ile yol gözleyen gurbetlere yavrularını beleyen ana babalar için manevi şölenlerdir.
Yıllarca süren fedakârlıklarla, çocuklarına adeta kendini adayan Anadolu insanı. Çocukları güzel günler yaşasın diye sevmenin, vermenin doruklarında destansı mücadelelerle özveriyi kuşanmış güzel insanlar. Ah bağrı yanık analar, yiğit babalar… Gurbetlerden gelmeyen, tatil beldelerinde bayramı soluklayan evlatlarının özlemiyle yürekleri dağlanan ana babalar. Son zamanlarda bayram ve tatilin birleşmesi, kentin devasa binalarından, kalabalık uğultusundan kaçmaya çalışın modern insan için adeta bir fırsat gibi görünüyor. Bayramın, mübarek dualı eşsiz zaman dilimini, ailesinden, memleketinden, yaşadığı şehirden çok ötelerde geçirenlerin sayısı gün geçtikçe artmakta. Modern ve post modern zamanların şaşkına uğramış bireyleri, travmaların eşiğinde kaçışlar yaşarken, kendilerini tatil beldelerine sürüklemekteler. Tatiller, otel odaları, deniz kenarları, boylu boyunca uzanan kumsallar, çocuk parkları, güzellik salonları, terapiler, seanslar, nedense yorgun ve yılgın bayram kaçağı insanımızın derdine deva olamamakta. Dinlenmek, uzaklaşmak istiyorlar, her şeyden ve herkesten daha uzağa, daha tenhaya gitmeye çalışıyorlar ve çareyi tatil beldelerinde bularak, aslında kendilerine, yorgun düşlerine ve karışık muhayyilelerine doğru bir yolculuğa çıkmaktadır kahramanlarımız. Dinlenmek için yapılan tatiller, nedense nice yorgunluklarla ve kayıplarla bayram ‘kaçağımız'ı dağıtmakta, dönüşünde daha bir kaos halini alan yeni başlangıçları adımlamaktadır.
Mübarek bayramlardan, duadan, kuşluk vakitlerinden, cennet yüzlü anaların, babaların mahzun bakışlarından, memleket toprağının börtü böceğinden, dağın, ovanın dostluğundan nasibini alamamak ne büyük bahtsızlık oysa. Bizleri an an inşa eden dualar… Yaşlı dedelerimizin, ninelerimizin avuç içlerine sığınırken, sırtımız sıvazlanırken, gözlerimiz yaşarırken, göğsümüze inşirahlar taşınırken o güzel sabır abidesi gibi bekleyen, hep bekleyen eşsiz insanların ıslak bakışları… Sıcacık gülümsemelere gark olmuş duaları, özverili duruşları… Hangi tatil beldesi, hangi terapideki şifa suları yıkar yüzümüzdeki yorgun ve acı tebessümü… Ahir zamanın mahzun, terk edilmiş, dumura uğramış yalnızlık çıkmazlarında ekranların, kafelerin esiri olmuş şehir kaçaklarına deva olur mu uçsuz bucaksız kumsallar, deli dalgalarla coşan masmavi denizler? Baba ocağının sıcaklığını, özlemeni, sevdalar kuşanmış demlerini, hangi otel odasının rahatlığı, lüksü giderir. Doğup büyüdüğü toprakları adımlamak, salıncak kurduğu asırlık ağaçların duldasında soluklanmak, dedesinin, ninesinin, belki anasının, babasının kabrinin bulunduğu köy kabristanlığının sürur kuşanmış yalnızlığında yüreğine yürümek… Acılarına, yalnızlıklarına tüm yokluklarına yürümek… Sonra köy meydanında domur domur yayladan akıp gelen oluktan çatlarcasına su içmek. Yüreklerdeki yangını söndürür mü? Şehrin devasa çıkmazlarından, rengarenk ışıklı caddelerinin sıkışıklığından sonra köyün toprak yollarını adımlamak… Baba dostunu, ana dostunu selamlamak. Sarılmak özlemle, kucaklaşmak sevgiyle… “Bayramın mübarek olsun.” diyerek kırış kırış nasırlı yorgun elleri öpmek… Cennete adım almak, gözü yaşlı ihtiyarların gri bulanık gözlerinin derin tebessümünde. Cennete adım almak, yoksul evinin köşesinde büzülüp kalmış ihtiyar bir komşunun titreyen ellerine avuçlarımızın, yüreğimizin sıcağını bıraktığımızda… Cennete adım almak, köy camisinin bayram namazı kalabalığında hısım ve akrabayı özlemle kucaklamak…
“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.” (Nisa, 36)