Sema Karabıyık Yeni Şafak Gazetesi

Ufak Tefek Cinayetler ve Kadın

Salı akşamları üç senedir erkek seyircinin hegemonyası altında. Yayınlanmaya başladığı ilk günden bu yana kemikleşmiş bir seyirci kitlesi ile yoluna devam eden Eşkıya Dünyaya Hükümdar...

29 Ekim 2017 | 280 okunma

Salı akşamları üç senedir erkek seyircinin hegemonyası altında. Yayınlanmaya başladığı ilk günden bu yana kemikleşmiş bir seyirci kitlesi ile yoluna devam eden Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’a geçen yıl Anne dizisi kafa tutabilmişti sadece. Anne’nin seyircisini hedefleyen, kadın dizisi kategorisinde yer alan iki dizi aynı gün yayına başladı. Ufak Tefek Cinayetler, zenginlik, lüks, entrika sever AB grubu seyirciyi hedeflerken; iki çocuğuyla yaşam mücadelesi veren Kadın total grubundaki seyirciyi hayatın gerçeklerine şahit olmaya davet etti.

Flashback içinde flashback sahneleri ile dikkat çeken, bir cinayet sonrası şahitlerin sorguda anlattıkları ışığında hikayeyi anlatmayı tercih Ufak Tefek Cinayetler’in mottosu “herkes suçlu olabilir”. Herkes maktul herkes katil olabilir düşüncesini desteklemek adına birden fazla cinayetin işlenmesi gerekiyor. Cinayetin ufak tefeği olabilir mi sorusu ancak kasıt adam öldürmek değil, kişinin hayatını çalmaksa parantez içine alınabilir.

Sorgu sahneleri bugüne aitse, liseden arkadaş dört kadının tekrar bir araya geldikleri olay örgüsü yakın geçmişi, lisede yaşanan yalan iftira karışımı göl sahnesi ise uzak geçmişi anlatıyor. Gizem, bilmece çözme üzerine kurulu senaryolarda, uzak yakın geçmiş ayrımının seyircinin kafasını karıştırmamak adına ya başlangıçta yapılması gerekiyor ya da The Affair örneğinde olduğu gibi çok sonradan açığa çıkması gerekiyor.

Hikayeyi ve karakterleri sorgu sahneleri eşliğinde tanıtma tercihi hikayenin içine girmeyi zorlaştırdı. Zenginlik, lüks, yalan dolan, iftira, kıskançlık, entrika sarmalındaki hikayelerin “alıcısı” değilim.  120 dakika ekran karşısında kaldım, üzerine kalem oynatacak ne bir karakter vardı benim nezdimde ne de bir olay örgüsü. Yalanın tatlı küçük sıfatları eşliğinde sempatik kılınmasından sonra cinayetin ufak tefek ikilemesi ile sempatik kılınmaya çalışılması önyargılı oturmama sebep olmuştu. Bölüm sonuna geldiğimde önyargılarımın ne kadar haklı olduğunu tecrübe ettim. Hikaye lisede arkadaşlarının iftirasına uğrayan Oya’nın yıllar sonra doğup büyüdüğü Sarmaşık’a geri dönmesiyle başlıyor. Üç arkadaşı Merve, Pelin ve Arzu evli, mutlu, çocuklu, zengin, “boş” bir hayat yaşarken; Oya idealist bir doktordur ama geçmişin yükünü tüm ağırlığıyla içinde taşımaya devam eden hüzünlü bir kadındır. İftira sonrası okuldan atılmış, ailesini inandırmakta zorluk çekmiş, hayatından vazgeçme noktasına gelmiştir. İntihara teşebbüs eder, kurtulur ama doğurganlık özelliğini kaybeder. Yıllar sonra Sarmaşık’a döndüğünde yaşadığı en büyük şaşkınlık da budur. Kendisi acı çekerken, acı çekmesine vesile olanların mutlu bir görüntü vermesi. Oysa hiçbir şey göründüğü gibi değildir, Oya’nın gelişi ile pek çok şey değişecektir. Değişecek şeylerin ihanet, aşk üçgeni, entrika kaynaklı olması hikayenin geleceği adına umutsuzluğa kapılmama sebep oldu ki oldum olası bu tarz hikayeleri sevememişimdir.

Kadın ise Anne gibi Japon dizisinden uyarlama, aynı senariste ait. Ufak Tefek Cinayetler’de kalabalık kadrosuna rağmen uzayan, mantık hatası olarak değerlendirilebilecek pek çok sahne varken; Bahar isimli genç bir annenin iki çocuğu ile verdiği mücadele üzerine kurulu Kadın, tek karakterin yaşadıkları üzerine inşa edilmesine rağmen su gibi aktı. Senaryoda boşluk olmaması, sahnelerin doğru yerde kesilmesi, başarılı yönetmenlik kadar Özge Özpirinççi’nin su gibi akan oyunculuğu da etkendi.

Bir hikayenin inandırıcı olması, gerçek olmasından yaşanmış olmasından daha önemlidir. Yapılan en büyük eleştiri ajitasyon dozunun aşırılığına dairdi. Böyle hayatlar var mı sorusu soruldu. Bahar, hırsızlık ahlaksızlık yapsa idi, bir kadın ya da anne çocukları için her türlü fedakarlığı yapar önermesi eşliğinde baş tacı yapılırdı. Halbuki Bahar karakteri Japon senarist tarafından bir önceki dizisi Anne’de yer alan Şule’nin antitezi olarak yazılmış. Şule çocuğunu ayak bağı olarak kabul ediyordu, gençliğini yaşayamamasının önündeki en büyük engeldi. Cengiz’e tutkusunun ve bağımlılığının altını besleyen de bu düşüncesiydi. Bahar ise “çocuklarım bana yük değil, onlar için çabalamak bana zor gelmiyor” cümlesi ile ifade ediyor kendini. Gerçek hayat da anneleri birbirinden ayıran, farklılaştıran da bu anlayış; çocuğun yük gelip gelmemesi.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Başkasının ölümü 11 Ocak 2018 | 275 Okunma Geleceğe ne kadar hazırız? 07 Ocak 2018 | 110 Okunma Zihin körleşmesi 21 Aralık 2017 | 191 Okunma Diziler yerli mi? Tartışılır ama yersiz uzun! 17 Aralık 2017 | 185 Okunma Hikâye açığı 14 Aralık 2017 | 171 Okunma