Semih Koray Aydınlık Gazetesi

Emperyalizmin dünü ve bugünü

Emperyalizm Çağı’nın baş çelişmesi, ezilen milletlerle emperyalizm arasındadır. 20. yüzyıla ulaşıldığında, dünyanın kapitalist ülkeler arasındaki paylaşımı büyük...

20 Ağustos 2019 | 148 okunma

Emperyalizm Çağı’nın baş çelişmesi, ezilen milletlerle emperyalizm arasındadır. 20. yüzyıla ulaşıldığında, dünyanın kapitalist ülkeler arasındaki paylaşımı büyük ölçüde tamamlanmıştı. Sömürgeleştirme, açık askeri güce dayanarak yürütülmekteydi. Sermaye birikimini hızla büyüten ve tekellerin elinde yoğunlaşmasına yol açan bu süreç, mali sermayenin üretim sermayesi üstündeki egemenliğini beraberinde getirdi. Bu asalaklaşma, kapitalizmi emperyalizm aşamasına taşıdı. Sömürgelerin sömürülmesi, emperyalist ülkelerin “satın alma” yoluyla kendi iç toplumsal çelişmelerini yumuşatmasını olanaklı kıldı. Bu iç çelişmeler artık tarihin motoru olmaktan çıkarken, Ezilen Dünya’da emperyalizme karşı bağımsızlık ve toplumsal ilerleme mücadeleleri sahneye çıktı. Bu mücadelelerde Rusya, Türkiye, İran, Çin gibi görece daha ileri olan coğrafyalar başı çekmekteydi. Böylelikle artık devrimin emperyalizm zincirinin en zayıf halkalarından kırılmasıyla gerçekleşeceği öngörüsü gündeme geldi.

YENİDEN PAYLAŞIM SAVAŞLARI

20. yüzyılın iki dünya savaşı da emperyalistler arası paylaşım savaşıydı. Birincisi, yalnızca kendisi de paylaşımın konusu olan Osmanlı Devleti açısından haklı bir savaştı. İkincisinde Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ne saldırısının amacı, yalnızca sosyalist sistemi yıkmak değil, çok zengin doğal kaynaklara sahip olan bu ülkeyi sömürgeleştirmekti. Her iki savaşta da yenilen emperyalist ülkeler, tarihten silinmek yerine, bir süre için sıkı denetim altında tutulan kapitalist ülkeler olarak varlıklarını sürdürdüler. Çünkü savaşın galiplerinin bu ülkeleri sömürgeleştirme ya da kendi içlerinde eritme olanağı yoktu. Öte yandan her iki savaş da, emperyalizmin zincirini zayıflatarak devrimlere yol açtı.

ÇELİŞMELERİN KESKİNLEŞMESİ

21. yüzyıla geldiğimizde, emperyalizmin doğasının ve baş çelişmenin değişmek yerine, tam tersine pekiştiğine tanık oluyoruz. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, mali sermayenin üretim üstündeki egemenliği yoğunlaşmış ve “paradan para kazanma” asalaklığı had safhaya varmıştır. ABD, askeri üstünlüğü ve mali sermayeye olan egemenliği sayesinde “haraç toplayıp üretmeden tüketmeyi” sürdürebileceği hayaline kapılmıştır.

2. Dünya Savaşı’ndan 1980’lere kadar devrimin yükseldiği dönemde sömürgeler kendi devletlerine kavuşmuştur. Mao’nun “Devletler bağımsızlık, milletler kurtuluş, halklar devrim istiyor” söylemi bu dönemin en iyi özetidir. ABD’nin son yirmi yıldaki askeri başarısızlıklarıyla üretimin merkezinin Doğu’ya kaymasının birleşmesi sonucunda emperyalist sistem krize girerken, Ezilen Dünya kendi içinden emperyalist sisteme alternatif bir Gelişen Dünya çıkarmıştır. ABD, Ezilen Dünya’nın milli devletlerini tasfiye etmeye çalışırken, karşısında kendi içinde stratejik bir işbirliğini de inşa etmeye yönelen bir milli devletler topluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Bu dönüşümün ardında yatan “sihir”, Amerika’nın “milli devlet yıkıcılığı”nın Avrasya’da toplumsal ilerlemenin temel gücü olarak “millet”in yeniden ve eskisinden daha duru bir biçimde keşfedilmesine yol açmış olmasıdır. Sonuç olarak, “ezen ve ezilen milletler arasındaki çelişme” günümüzde daha da belirleyici bir hale gelmiştir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Milli demokratik devlet ve kalkınma (1) 16 Nisan 2022 | 90 Okunma Üniversite yönetimi sorunu 09 Mart 2021 | 30 Okunma Moskova’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Planı-2 08 Ekim 2019 | 201 Okunma Moskova’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Planı-1 01 Ekim 2019 | 429 Okunma Bilinç ve sahte bilinç 17 Eylül 2019 | 70 Okunma