Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD’nin tek süper güç olarak kalması, devrim mücadelesini bütün dünyada eskisine göre daha geri mevzilere sürükledi. Varoluş sorunuyla karşı karşıya kalmak, Ezilen Dünya’nın kurtarıcı güç olarak “millet”i yeniden ve bu kez daha derinden keşfetmesine yol açtı. Çin’in “mucize” olarak nitelenen ve Ezilen Dünya’nın içinden bir Gelişen Dünya’nın çıkmasında başı çeken gelişmesi de en önde Batı Asya olmak üzere Amerikan emperyalizminin saldırılarına karşı direnişin yükselmesi de hep bu milletin yeniden keşfinin ürünleri olarak ortaya çıktı.
MİLLİYETÇİLİK VE HALKÇILIĞIN ÇATIŞTIRILMASI
İkinci Dünya Savaşı’ndan 1980’lere kadar olan döneme damgasını vuran, Mao’nun betimlemesiyle “devletlerin bağımsızlık, milletlerin kurtuluş, halkların devrim” istemesiydi. ABD, bu cereyana karşı durmak için, milli demokratik devrim kavramının temelinde yatan iki ana çizgiyi, milliyetçilik ve halkçılığı karşı karşıya getirip çatıştırma yolunu seçti. Milliyetçilik, Orta Çağ unsurlarıyla da donatılıp antikomünizmin peşine takılarak “Amerikancılaştırılmaya” çalışıldı. Milliyetçiliği antiemperyalist özünden arındırma çabası, Atatürk Devrimi’nin keskin bir öngörüyle bir araya getirmiş olduğu milliyetçilik ile halkçılığın arasına kama sokmayı amaçlamaktaydı.
ABD’NİN HESABA KATMADIĞI ETKEN
ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ezilen milletleri doğrudan hedef tahtasına koydu. Onun dilinde küreselleşme, Ezilen Dünya’nın milli dev...