Osmanlı’nın son dönemlerine damga vuran gerilim noktalarından birisi de “alaylı mı mektepli mi” çekişmesi idi. Alaylılar çekirdekten yetiştikleri için tecrübelerine, mektepliler ise okul sıralarında aldıkları eğitim ve formasyona değer verilmesini istiyordu. İki tarafta da başarılı örnekler olduğu gibi başarısız örnekler de vardı. 80’lerden itibaren hayatımızda giderek artan “eğitim fetişizmi” ile birlikte alaylılar da azalmaya başladı. Üniversitenin ilgili ilgisiz her gence hedef konması da son darbeyi vurdu. *** Halbuki bundan 30-40 yıl öncesine kadar hemen her alanda piyasanın ihtiyaç duyduğu vasıflı ara kadrolar çekirdekten yetişirdi. İşletmeler de doğal olarak daha donanımlı ve becerikli oldukları için -devletimiz diploma ve sertifika şartı getirse bile- mekteplileri değil alaylıları tercih ediyordu çünkü kimse yetiştirmek için zaman da, para da kaybetmek istemiyor. Bugün maalesef mesleki eğitimin hemen her kademesinde korkunç bir yetersizlik var ve bu nedenle gençlerimiz de okullarını bitirdiklerinde büyük bir hüsrana uğruyor. *** Peki, alaylılık ile mektepliliği uzlaştıramaz mıydık? Yapabilirdik ama beceremedik. Çünkü eğitim felsefemizin hedefi insanı geliştirmek, olgunlaştırmak ve yükseltmek değil de ideolojik bir kimlik kazandırmak esaslı olunca ortaya çıkan üründe defolu oldu.