Son günlerde CHP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Tunç Soyer üzerinden estirilen fırtına oldukça ilginç, ilginç çünkü geçmişte Türkiye’nin ikinci sınıf vatandaşlarının (tabii ki ülkemizde ikinci sınıf vatandaşlık konjonktüre göre sık sık değişebildiği için herkes bir dönem bu seviyeye terfi edebilmektedir) bırakın suç işleyen babaların oğullarını asıl suç sahipleri bakan, milletvekili, belediye başkanı vb. pek çok önemli mevkilere getirilirken yaptıkları itirazlar doğru düzgün gündem dahi olmadan unutulup gitmişti. Bağıranlar bağırdıkları ile kalmış inisiyatif sahibi siyasilerde oralı dahi olmamış adeta o kimselere madalya takar gibi önemli mevkiler vermişlerdi. Şimdi burada suç yarıştırıp olay ve kişi sıralamak istemiyorum; bu ülkede sağdan sola soldan sağa hemen her kesimden bu tür suç işleyenler kendi mahfillerince çok kez taltif edildi. *** Yıllar önce birlikte çalıştığım, Demirel’in altı ayda öğretmen yaptığı ve onu da beceremediği için –bu bizzat kendi itirafıydı- idareci olmuş ama onu da eline yüzüne bulaştırmış bir müdürümüz vardı. O denli vasıfsızdı ki şube müdürlüğüne kadar çıkabilmişti. Tek meziyeti altında çalışanlara eziyet etmek olan bu muhteremin hayatında övündüğü tek manidar eylem neydi biliyor musunuz? 12 Eylül öncesi DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Genel Merkezine yapılan baskına katılmış olmak. Ne vakit sıkışsa ya da birileri ne oluyor diye itiraz etse “Ben DİSK’i basan adamın. Siz kim oluyorsunuz!” diye meydan okurdu. Şu an tartışılan durum maalesef siyasette geldiğimiz noktanın birleştirmek değil ayrıştırmak üzerine kurulduğunu gösteriyor hepimize.