Kafamızdaki devlet imajı farklı olsa da sağdan sola hepimizin büyük devlet olabilme beklentisi var, ancak iş icraata geldiğinde tıkanıyoruz. Ya büyük devlet olmanın gereklerini anlamıyoruz ya da anlasak da bunları yapacak cesaretimiz yok. İkinci Dünya savaşı sonrası oluşan konjonktürde kendimizi başka güçlerin tekeline bıraktığımız için, ne zaman bize çizilen yoldan sapmaya kalksak ya darbelere maruz kalmışız ya da daha derin komplolarla içinden çıkamaz hale getirilmişiz. Hepimiz, ‘Büyük Türkiye’ için öncelikle evimizin içini temizlememiz gerektiğini biliyoruz ancak İttihat Terakki’den beri temizlik denilince aklımıza sadece toplumu tek tipleştirmek geliyor. Geçmişte bu fikirden vazgeçip gerçek bir çözüm peşine düşen iki siyasimiz oldu. Özal bu yolda şüpheli bir şekilde öldü, Erdoğan’ın başlattığı açılımlar ise nihayete erdirilemedi. Dün şu oldu, bu oldu diyerek kara kaplı defterleri açmak gibi bir niyetim yok. Zaten kara kaplı defterleri açmaktan bir türlü önümüze bakamıyoruz. Bizden önce nasıl babalarımız ve dedelerimiz bu kavgayı sürmüşse, bizler de bu kafayla gidecek olursak çocuklarımız da ömürlerini aynı şekilde heba edecekler. Halbuki birçok umut verici gelişme de var dünden ders alabileceğimiz… 80’li yıllarda Kürtçe konuşulmasının, şarkı ve türkü söylenip dinlenilmesinin bile memleketi böleceğine inanmış ve yanı başımızdaki komşularımızın kendileri olmalarından bile korkmuştuk.