Delilik suyu, delilik pınarı ya da delilik kuyusu diye bilinen ve farklı versiyonları olan kısa bir hikâye var, eminim ki hepiniz bir şekilde mutlaka duymuşsunuzdur. Uzak bir köy ya da ülkede bir kuyu-pınar-dereden akan suya bir şeyler karışır ve o sudan içen insanlar birer birer delirmeye başlar. Gel zaman git zaman ülkede bilge kişi-kral dışında herkes o sudan içmiş ve delirmiştir. İşler o denli karışmış, delilik almış başını gitmiştir ki bilge kişi-kral da kurtuluş için o sudan içmek ve deliler kervanına katılmaktan başka çıkar yol bulamaz. Bu günlerde bazılarımız kendi mahallesinde deli rolü oynamakla o kadar meşgul ki akıl-izan terazisinde bir şeyleri tartmaya kalkmak neredeyse delilikle eş değer. Sağcı-solcu, topçu-popçu olsan ne fayda? Bunların korkusundan mahalleden ayrık konuşmak ne mümkün! *** “İşte burada, gözümüzün önünde duruyor” dediğimiz gerçekleri bile kavrayamayacak bir idraksizlik içindeki bu tayfanın korkusu yüzünden çoğumuz sus pus olmayı tercih ediyoruz. Yıllarca bize yapılırken kızdığımız, rahatsız olduğumuz şeyler başkalarına yapılırken rahatsız olacağımıza bunların yüzünden oldukça normal karşılıyor ve bir süre sonra da her şeyi normal kabul edip hak görüyoruz. Vicdanlı bildiğimiz kalemler dahi bir süre sonra vicdansızlıklarını bize vicdan örtüsü altından gizleyerek sunabiliyor. Sanıyorlar ki hepimiz kör ve idraksiziz ya da öyle olmamızı istiyorlar. Bunun için de her türlü hassasiyetimizi kullanmaktan çekinmiyorlar.