80’li yılların başında askere giden bir akrabamın başına kışlaya adım attıktan sonra olmadık işler gelir. Malum, askerde dayağın sıradan olduğu yıllar. Kışlaya, yakın köylü tanıdık bir hemşehrisi ile teslim olurlar. Hem gurbet hem askerlik olunca doğal olarak birlikte takılırlar.
Üç beş gün sonra rütbeli takımı ortadan kaybolduğunda çavuşlar yeni gelen erleri toplayıp hizaya çeker. İçlerinden biri öne çıkıp “Buğdaylar bu tarafa arpalar bu tarafa geçsin!” diye emreder. Buğday nedir arpa nedir derken erler ortadan ikiye ayrılmış, bizim iki kafadar da şaşkınlıkla 3-5 kişi ile birlikte arpaların arasında kalırlar arpa ne demek buğday ne demek bilmeden.
Sonrası güzel bir dayak faslı başlar. Bu iki kafadar aşağı yukarı iki hafta boyunca sebebini bilmeden her akşam rütbeliler el ayak çektikten sonra bol bol dayak yer ve mutfakta sabaha kadar patates soyup, bulaşık yıkarlar.
Yine dayak faslının olduğu rutin bir akşam bizim dayakçı çavuşlar tabura yeni gelen bir gece nöbetçisi teğmene yakalanırlar. Teğmen ne olup bittiğini...