Geçenlerde matematik öğretmeni bir arkadaşım anlattı. Ders zili ile sınıftan çıkarken arkasından gelen öğrencilerden biri diğerine şöyle der: “Valla biz çok şanslıyız, düşünsene biz 2 saat diğer sınıflar tam 6 saat matematik dersi görüyor!”
Tesadüf bu ya, aynı günlerde sayın Milli Eğitim Bakanımız Mahmut Özer: “Matematik seferberliği başlatacağız!” açıklaması yaptı. Değerlendirmede güzel tespitler de var: “Matematikteki öğrenme yaklaşımını değiştireceğiz. Yeni yaklaşımla öğrencilerimizin matematiği severek öğrenmelerini ve yaşama uyarlamalarını hedefliyoruz. Öğrencilerimiz, projelerini geliştirecek, alacakları geri dönütlerle projeyi sürekli geliştirecek ve böylece sürekli bir öğrenme sağlanacak. Bizim matematik dersindeki yaklaşımımız, öğrencileri soyut bilgi yığınından kurtarıp o bilgileri hayatta pratik şeylere dönüştürerek kalıcı öğrenmelerini sağlamak. 21. yüzyıl becerileri denildiğinde de kastedilen budur. Yani bilgi havuzunda boğulmadan öğrencilerimize bilgi okuryazarlığını öğreterek daha çok üretmelerini sağlamak istiyoruz. Matematik sadece yetenekli öğrencilerin üstesinden gelebileceği zorlu bir ders olmaktan çıksın, tüm öğrencilerin keyifle, günlük yaşamla bağdaştırılabildikleri keyifli bir ders olsun istiyoruz.”
İşin esasına bakarsak sayın bakanımız da sevgili öğrencimiz de haklı. Ancak, ikisinin de haklı olması problemimizi çözmüyor. Ülkede sürekli ders müfredatları ve sistemle oynandığı için eğitimin içinde olanlar bile olan biteni bazen algılamakta zorluk çekiyor.
Bakanımız üniversiteden 1992’de mezun olmuş, bu demek ki aynı sistemden mezun olmuşuz. O dönem ile bugün arasındaki belki en büyük fark meslek liselerinin görece itibarı. O yıllarda meslek lisesini bitiren ortalama bir öğrencinin üniversite sınavında rahatlıkla yapabileceği en az 20-25 matematik sorusu olurdu.