2000 yılında katıldığımız “Kültür ve Tabiat Varlıklarımızın Korunması” konulu bir seminere Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdür Yardımcısı rahmetli Hikmet Denizli beyefendi de katılmıştı. Kendisi de Sivaslı olan Hikmet Bey’e Sivas’ta görev yaptığı yıllarda, şehrin ileri gelenleri kaybolup giden tarihi Sivas evleri konusunda kendisine dert yanar ve bunların yıkılıp gitmelerinden duydukları üzüntüyü iletirler. Hikmet Bey de hemen bir ekip kurarak şehirdeki kalan son tarihi evlerin ve eserlerin tespiti için bir çalışma başlatır. Evler tespit edilir ve Kültür Bakanlığı tarafından tarihi eser olarak tescillenerek ev sahiplerine de bilgi verilir. Bu bilgilendirmeden hemen sonra Hikmet Bey makamında otururken Sivas’ın tarihi evlerinin korunması konusunun en ateşli taraftarlarından olan bir hanımefendi makam odasına hışımla dalar ve “Hikmet Bey, Hikmet Bey ayıp değil mi? Bula bula tarihi eser diye tescilletecek benim evimi mi buldunuz? Ben orayı yıkıp apartman dikecektim!” der ve öfke ile ağzına geleni sayar. *** 17 Ağustos depreminin üzerinden tam 20 yıl geçti ve yakın bir gelecekte büyük bir Marmara depreminin yaşanabileceği ihtimalini herkes biliyor. İklim değişikliği mi yoksa beceriksizlik mi İstanbul’da bu hafta sonu yaşanan sel felaketinin benzerlerini ise son yıllarda pek çok kez yaşadık. Şehirlerimizin başta İstanbul olmak üzere hemen hiçbirinin ne altyapısı bu tür baskınlar için yeterli ne de konutlarımızın büyük bir kısmı büyük bir depreme hazır. Onca yaşanmışlığa rağmen ders almıyoruz. Son felaket, siyasi tarafların birbirine laf sokuşturma yarışı içinde yine güme gitmiş gözüküyor.