Ayağım taşa takılsa, “Ne kabahat işledim?” diye düşünürüm.
CHP’li ailemde büyütülüyorken başıma sık sık “belâ” gelirdi ve türlü belânın beni bulmasına kahreder dururdum.
Sonra sonra “hesap” meselesi takıldı kafama;
“Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı
Her kulun çektiği ancak kendi cezâsı!”
¥
Hadi bakalım, gel de çık işin işinden; ne yaptım da böyle oldu?
Kur’an-ı Kerim’e baktım mealinden de olsa, oradaki Müslüman ile benim alâkam yok!..
Sonra sonra, kendime çekidüzen vermeyi düşündüm, belâlar devam etti ama devâlar da birbiri ardına geldi, şükürler olsun.
¥
İslâm’la tanışmamın ilk günlerinde “örnek aldığım” ya da “örnek almak istediğim” nice Müslüman vardı, onlara yanaştım, onlarda İslam’ı aradım.
Kimi vakit buldum ama süreç ilerledikçe, sivil itaatsizlik akımının babası Thoreau’nun dediği gibi, “Para, insanla idealleri arasına girdi!”
Gittikçe sorgulamaya başladım;
Makamlar, mevkiler, diğer maddi imkânlar birer araç mıydı yoksa amaç mı?
Kim, neyi, niçin yapıyordu?
Sokaktaki garibanı ezen zulümler, birilerine “rant alanı” mı açıyordu?
Kafamdan geçen bütün düşünceleri kovmaya, hüsn-ü zanda çizik oluşturmamaya çalıştım.
Yıllar yılı böyle oldu, hep kendimden başladım, başkalarının samimiyetini sorgulamaktansa kendimi “düzgün” tutmaya çalıştım.
Yoldan çıkma noktasına geldiğim anlarda, Cenab-ı Allah’ın yardımı geldi, pek çok bâdireyi ufak çiziklerle atlattım.
“Gelenekten gelmemek” kısmetim oldu belki de, doğuştan mensubu olduğum bir “muhafazakâr grup” olmadı;
“Kemalist” bir çevrede büyüdüm, o “cemaate” de mensup olamadım, Kemalist’lerin de bir kulu putlaştırdığını fark ettiğimde oradan da kaçtım.
Bir kulun kerametlerine yaslanan dini akımlara da sıcak bakamadım,