Sosyeteye girmeye çalışan “köylü kızı” kıvamındaki ılımlı muhafazakâr“gasteci”lerin kırım kırım kırıtmalarına fitil oluyorum.
Çok lâf edip tek işe yarar lâf etmeme hali, süslü kavramları (yerli yersiz) kullanma çabası, karşı tarafın “gözünden düşme” endişesi…
Ürkek, titrek bakışlar…
Bunları kırk yıl sırtında taşısan iyi, günün birinde indirmeye kalk da gör, gör bak neler yaparlar!..
Sen güçlüysen sen tartışılmazsan iyidir bunlar; biraz sendelemeye gör, anında karşı saftan çakarlar!..
Bunları böyle ezik-büzük hallere düşüren ruh halini tahmin etmeye çalışıyorum…
Gündem belirleyen (ve servis malzemesi olmayan) tek bir habere imza atmadıkları halde bir yerlere getirilmiş “adam”lar bunlar…
Pozisyonlarını, hemşehricilik, ekip halinde sabah saatlerine kadar nargile çekmişlik, şirket kurup hep birlikte kamuya ‘iş yapmışlık’, beraberce köşe dönmüşlük, “yalakalıkta sınır tanımamışlık” gibi subjektif sebeplere borçlu olduklarından, meslektaşları karşısında ezilip büzülüyorlar.
Gazetecilik kolay iş değildir, tehlikeli iştir, sakat iştir.
Gazeteci, kamu yararını kollarken sürekli olarak “güçlü adamlarla” karşı karşıya gelir.
Doğruları yazdığı için tehdit ederler, dava açarlar, yolunu kesmeye çalışırlar.
Gazeteci olayların içindedir, nice sakat ortamlarda bulunmuştur, sokak çatışmalarını takip ederken sırtına cop yer, gözleri yanar, kafasına taş gelir, daha büyüğünü yememek için bir yerlere sığınmaya çalışır.
Gazeteci önce deklanşöre basar, sonra nasıl kaçacağını düşünür; “basarsam fena döverler” demez!..